11 Haziran 2018 Pazartesi

BU SEFER GÜNEYBATI İZLANDA’YA....

Golden Circle

Kısa bir İzlanda ziyareti yapacaksanız, genelde tavsiye edilen Reykjavik ile beraber bir de günübirlik Golden Circle turu yapmanız, ki bunu yaptığınızda ülkenin birçok doğa harikasını bir arada görebiliyorsunuz gerçekten de. Golden Circle’ın en önemli üç durağı “Þingvellir Milli Parkı”, “Geysir Jeotermal Bölgesi” ve “Gullfoss şelalesi”. Biz bunların yanında bir de ek olarak “Kerið” kraterine uğradık.




Kerið

Seljalandfoss – Kerið arası yaklaşık bir saat sürdü. Ozi yolda uyudu. Kerið’e varınca onu uyandırmadık. Tal’la nöbetleşe krateri görmeye gittik. İlk defa böyle bir doğal oluşumu görmeye girerken ödeme yaptık, kişibaşı 400 ISK (15 TL). Krater yaklaşık 6500 yıl önce genelde bildiğimizin aksine bir patlama sonucu değil, altındaki magmanın akarak, bu bölümün boşalması ve çökmesiyle oluşmuş. Etrafta hiç lav tarlası olmaması da patlama olmadığının göstergesi sayılıyormuş.


Kerið

Gerçekten de etraf gayet yeşillikli ve toprak da kırmızı/turuncu renkliydi. Tal krater gölünün yanına kadar inmemiş sadece tepeden ağzında dolanmış. Ben gölün kenarına kadar inip, daha önce her fotoğrafta gördüğüm göl kenarındaki o tek başına duran bankta oturmanın hayalini kurmuştum. Ancak sonuç hayak kırıklığı! Bank gölün içinde duruyordu. J Onu oraya kim nasıl itti bilemiyorum. Burası birçok kültürel etkinliğe de ev sahipliği yapıyormuş. En unutulmazlarından biri de Björk’ün bir sal üstünde verdiği konsermiş.


Sulara gömülmüş bir garip bank...

Gullfoss

Kerið’den sonra sırada İzlanda’da göreceğimiz son şelale “Gullfoss” vardı, nam-ı diğer Altın Şelaleler. Basamak şeklinde arka arkaya çapraz olarak akan bu iki şelale Hvita nehri üzerinde. İlk şelalede 11, ikincisinde ise 21 metre yükseklikten dökülen sular kanyon boyunca ilerliyor. Güneşli bir zamana denk gelseydik çok güzel gökkuşakları da görebilirdik ama ne yazık ki hava kapalıydı ve hatta hafiften yağmur atıştırıyordu. Şelaleyi değişik açılardan görebileceğiniz pek çok nokta var. Aşağılara doğru da inilebiliyor. Biz sadece yukarıdan gidebildiğimiz en son yürüyüş noktasına kadar gittik çünkü Ozi’nin arabasını da almıştık, onu indir çıkart yapmayı göze alamadık açıkçası. Gullfoss’un ihtişamını ve heybetini anlatmaya sözcükler yetmez sanırım. Fotoğraflara bakalım mı? (Buna rağmen hala en sevdiğimiz şelale SkógafossJ )


Gulfoss


Gulfoss

Geysir

Merakla beklediğimiz diğer bir nokta olan “Geysir”e, yani gayzere mesafemiz 15 dakika kadardı. Coğrafya kitaplarında okuyup, o kadar çok suyu bir çırpıda yukarılara fışkırttığını hayal ettiğim gayzerleri dünya gözüyle göreceğim için kendimce heyecanlıydım da. J Geysa da İzlandaca fışkırmak demekmiş bu arada. İrili ufaklı kuyuları andıran gayzerler bu bölgede rastgele serpiştirilmiş gibi, suları için için fokurduyor, kabarcıkları görebiliyorsunuz. Geysir buradaki en büyük gayzerdi ve dolayısıyla etrafında en çok kalabalığı toplayan. 

Küçük Gayzer ve Strokkur

5-10 dakikada bir yaklaşık 15-20 metre yüksekliğie su fışkırırken mütemadiyen “aaaavvvv” seslerini duyuyorsunuz. Biz de güzel bir yere konuşlanıp başladık beklemeye ve bir anda olup bitti her şey. J Ama tabi Ozi’yi tutabilene aşkolsun. Etrafta kendi gibi ufak çocukları görünce bizimki de sürekli onların peşinden gitmek, onlarla oynamak istedi. Çocuk günlerdir sadece bizi görüyor, hak verdik. Çocukların aynı dili konuşmuyor olsalar da bir şekilde iletişim kurabilmelerine hayranım. J


Strokkur fışkırır...
Þingvellir (Thingvellir) Milli Parkı

Akşam saatin 6’sı olmuştu neredeyse. Geysir’in karşısındaki dinlenme tesisine girip akşam yemeğini hallettik ve düştük yollara. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan “Þingvellir Milli Parkı”na gidiyorduk. 1 saatlik yolun sonlarına doğru yine yağmur başlamıştı. Burayı da Vik’teki siyah kumlu plaj gibi görmeden dönmek istemiyorduk. Ziyaretçi merkezinin de saat 19:00’da kapandığını görünce biraz üzüldük ama sonra amaaan dedik, battı balık yan gider. Giyindik su geçirmezlerimizi, şemsiyelerimizi de aldık, indik arabadan. Biraz yürümüştük ki, yağmur dindi, bizde de bir sevinç! J


Þingvellir'deki yürüyüş parkuru
Hele de yerdeki su ve çamur birikintilerini görüp üzerlerinde zıplamaya başlayan Ozi’nin sevinci görülmeye değerdi. Başlarda dur oğlum, yapma oğlum desek de sonunda saldık gitti, çamur dansı yapıp durdu bizimki. Ziyaretçi merkezinin kapalı olması ve yağmurlu hava sayesinde o kadar az insan vardı ki ortamda, aslında bu hoşumuza da gitti diyebilirim. O ıssızlık enfesti ve yağmurun ardından havanın tazeliği ve sakinliği. Zaman zaman epeyce rüzgarlı bir yer olabiliyormuş.

Þingvellir’in hem İzlanda tarihi, hem de coğrafi açılardan önemi büyük. Coğrafi açıdan Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik levhalarının birbirinden ayrılma noktası, ki bu noktayı (Silfra) gözle görebiliyorsunuz.

Tarihi açıdan ise uzunca anlatmak gerek. Dünyanın en eski meclislerinden AlÞing’in toplanma yeri buradaymış. İzlanda’da ilk yerleşim 874 yılında başlamış ve meclis de 930 yılında bu alanda kurulmuş. Hukuki kararlara ve cezalara burada karar veriliyor, yasalar burada çıkartılıyormuş. Ancak fay hattındaki çökmeler nedeniyle ilk kuruluştan bu yana yaklaşık dört metrelik bir çökme yaşandığı ve asıl meclisin toplandığı yerin şu anda sular altında kaldığı tahmin ediliyor. Yaz aylarında gerçekleşen bu iki haftalık hukuka dair toplanmalar sırasında, pazarlar kuruluyor, zanaatkarlar geliyor, dilenciler dileniyormuş. Kısacası oldukça canlı ve kalabalık bir yermiş. İzlanda Hristiyanlığı burada kabul etmiş, modern İzlanda Cumhuriyeti burada kurulmuş.

AlÞing muhtemelen buralarda toplanıyormuş...
Biz öncelikle milli parkı genel olarak tepeden izleyip, sonrasında Almannagja fay çöküntüsünden aşağı doğru yürüdük. 2011 yılına kadar bu fay çöküntüsünün üzerinde bir yol varmış. Yolda bir delik fark edilince, biraz daha kazılmış ve altının aslında boş/çukur olduğunun farkına varılıp, iyice kazılmış. Sonrasında da buraya tahtadan bir köprü-yol yapılmış, ki günümüzde bu yol üzerinden yürünüyor. 1967’ye kadar burası işlek bir otoyolmuş da aynı zamanda!


Almannagja'nın tahta köprüsü


Köprü bitince çöküntüde yürüyüş devam ediyor

Silfra 

Kah merdivenlerden ine çıka, kah dar patikalardan geçerek içinde alabalıkların yaşadığı İzlanda’nın en büyük doğal gölü Þingvallavatn’ın kıyısına inince ortamda epeyce küçük sinek olduğunun farkına vardık. Göl öyle dingindi. Yürüyüşümüz meşhur “Silfra” yarığına kadar devam etti. Bu yarık 1789’da yukarıda bahsettiğim kıta levhalarının birbirinden ayrılması sırasında eşlik eden depremlerle açılmış. Ki bu levhalar halen daha da her yıl birbirlerinden 2 cm uzaklaşmaya devam ediyorlar.

Silfra yarığı

Tam da bu noktada gerçekleştirilen dalışlardan birine katılırsanız, resmen iki tektonik levha arasında bulunmuş oluyorsunuz ve dünyada bunu gerçekleştirebileceğiniz tek nokta burası. Ben şahsen bu deneyimi biraz ürkütücü buluyorum. J Tal denemek isterdim dedi. Onun gibi hevesli birkaç kişi de vardı etrafta, dalış eğitmenlerinden dalış öncesi bilgi/eğitim alıyorlardı. Yarıktaki su oldukça berraktı, rahatlıkla duvarlarındaki daha küçük yarıkları, taşları ve kayaları görebiliyorsunuz. Genelde ortalama olarak en fazla 10 metreye kadar dalış yapılmasına izin veriliyormuş. Su ısısı da yıl boyunca 2 ila 4 derece arasındaymış.

Silfra’yı arkamızda bırakıp biraz daha dolandık. Þingvellir kilisesini uzaktan gördük. Artık başkent Reykjavik'e geri dönme zamanıydı. İzlanda’da son gecemizi hostel kılıklı bir otelde geçireceğimizi bilsek yine de check-in’e yetişeceğiz diye koştururur muyduk acaba? Yoksa Þingvellir’de mi kalırdık? Ah bir çadırımız olaydı ya da karavanda kalıyor olsaydık! J


Þingvellir Kilisesi

İzlanda’daki son günümüz olmasından dolayı gerçek anlamda Tal da ben de buruktuk. Şu yedi günde gördüklerimiz ve yaşadıklarımızı özleyeceğimizi biliyorduk. Gelmeden önce okuduklarımız ve abartıyorlar herhalde diye düşündüğümüz ne varsa aslında hepsinin gerçekten var olduğunu görmek ve güzellikleri hissetmek bünyelerimize iyi geldi.

Cuma sabahı bavullarımızı hazır edip, kahvaltı için dışarı çıktık. Ününü duyduğumuz Braud & Co. isimli fırından türlü hamurişleri alıp sokakta yedik. Ozi’nin de onayladığı üzere çikolatalı poğaçası pek lezzetliydi. Kahvaltımız bitince taa ilk günümüzde içine giremediğimiz Hallgrimskirkja – kilisesinin içine girdik. İçi de dışı kadar sadeydi. 


Braud & Co.'nun önü

Hallgrimskirkja'nın içi

Öğlen saat 12’ye doğru otele geri dönüp, bavulları arabaya yerleştirdik. Reykjavik’e son bir bakış attık ve yola koyulduk. Havaalanının yakındaki kiralık araba bırakma noktasına geldik, işlemleri gerçekleştirdik, ardından havaalanı binasına bırakıldık. Yürekte bir yumruyla uçağa binip, uçağın penceresinden bakarak vedalaştık güzel İzlanda’yla... Yine görüşebilmek dileğiyle!...

Þingvellir'in yeşillikleri...

Hiç yorum yok: