HELSİNKİ
Helsinki deyince
aklınıza neler gelir merak ediyorum aslında. Gidilip görülesi yerler
sıralamasında pek üst sıralarda değildir sanırım. Açıkçası bizim de aklımızda
pek yoktu ama baktık ki Schengen vizemizin “son kullanma tarihi” yaklaşıyor,
açıverdik haritayı önümüze. İskandinav şehirlerini sevmiştik, belki biraz soğuk
olurdu ama “Helsinki neden olmasın?” dedik. Diğer seçenek olan Amsterdam’ın
uçak ve hotel masrafları dudak uçuklatınca da “tamam” dedik, aranan kan
bulunmuştu. Bahsi geçen masraflar yarı yarıya düştü ve üstüne üstlük açık büfe
kahvaltısı dahil 5 yıldızlı bir otelde kalabildik. Sonuç olarak; Nisan’ın
sonlarına doğru çekirdek ailemiz düştü yine yollara.
Uçak yolculuğu
geleneği bozulmadı. Gidişte ideal bir yolculuk, dönüş ise tam tersi. İstemeyeceğimiz
her şey mevcut. =) Gözünü bile kırpmayan ve yerinde durmak istemeyen bir
bebeyle başbaşa kalmış çaresiz ebeveynlerin dar düdük uçak koltuklarındaki
dramı!
Helsinki’ye iniş
sırasında kalınca bir bulut tabakasının içinden geçtik. Şehirde hava yağmurlu
ve kasvetliydi. Hele ki ilk günün akşamı bir yağmur yağdı ki gök delinmiş gibi.
Tramdan inip Hard Rock Cafe’ye koşana kadar 1 dk sürmeyen mesafede bayağı
ıslandık. (Bebeğinizle gidiyorsanız kesin yanınıza arabasının naylon
yağmurluğunu da alın. N’olur n’olmaz. Hava bu belli mi olur?
Havalaanından
şehir merkezine gitmek için 2015’te açılan tren hattını kullandık. Çok da
memnun kaldık, hem hızlı hem de çok kalabalık değil. Üstelik bu Helsinkililer
şöyle bir güzellik yapmışlar: Eğer bebek arabalı bir yetişkinseniz toplu taşıma
ücretsiz! Böylelikle sadece tek yetişkin için dört günlük bilet almamız yeterli
oldu. Biletinizin fiyatı seçtiğiniz bölgelere göre değişiyor ve tram, otobüs,
vapur hepsinde bu tek bileti kullanabiliyorsunuz.
Fin DJ
“Darude”nin “Sandstorm” isimli şarkısını bilirseniz eğer ve hatta klibi de
izlediyseniz, Helsinki sokaklarında turlamışsınız demektir. Klibin açılışı
meşhur Helsinki Katedrali –Tuomiokirkko- ile yapılıyor. Biz de otele
eşyalarımızı bırakıp, bu katedrale doğru yola çıktık. Katedralin merdivenleri
ve önündeki geniş meydan önemli olaylarda bir mıknatıs gibi insanları kendine
çeken herkesin toplanma yeri, ki buna üç gün sonra şahit olduk. Neoklasik
tarzda inşa edilmiş yapının, içi de dışı da çok sade. Girişinde para ödemenize
gerek yok. Saat 18:00’e kadar ziyaret edilebiliyor.
Tuomiokirkko |
Katedralin hemen
karşısında “Cafe Engel” sıcak atmosferiyle bize kucak açtı. Oldukça nostaljik bir yerdi. Yaş ortalamasını
düşürdük. Hele de Ozi. =) İskandinavların favorilerinden Lingonberry (Türkçesi kekreyemiş) benim de hoşuma giden bir orman
meyvesi. Kahve yanında kremalı Lingonberry’li tart ile bir kocaman Pulla
istedik (tarçınlı olanından - kaneli) ve hepsini mideye indirdik.
Cafe Engel lezzetleri |
Hava pek iç
açıcı olmadığından kapalı yerlerde takılmaya devam ettik. Trama atladık,
istikamet “Hakaniemen Kauppahalli”ydi. Burası iki katlı bir kapalı çarşı. Alt
katta yiyecek, içecek, çiçek, üst katta hediyelik eşya, kıyafet, kitap, vs.
satılıyor. (Merdiven yerine yük asansörünü kullanarak üst katına
çıkabilirsiniz. Bu ayrıntıları hep Ozi sayesinde öğreniyoruz bu arada. =) ) Biz
buradan “kahvi” yani kahve, ve Finlerin bayıldığı bizimse hiiiç hoşumuza
gitmeyen tuzlu şeker “Salmiakki”den aldık. Belki bir gün canımız çeker de yemek
isteriz!?
Hakaniemen Kauppahalli |
Bu arada tramla
çarşıya gelirken Ozi uyuyakalıverdi. Böylece önümüzdeki günlerde onu öğle
uykusuna yatırmak için yöntemi keşfetmiş olduk. Bir trama atlayıverdik uyku
saati geldiğinde. İşlem tamam. Sadece bir gün işe yaramadı. Onda da tramdan
inip iki adım atar atmaz uyuyuverdi! =)
Çarşının tezgahlarından
birinde çok leziz görünen somonlar vardı, üzeri kızarmış ama içi sulu gözüken.
Büyük somon parçasından istediğiniz kadar kestirip, yanına başka bir şeyler
daha ekletip oracıkta yiyebilirsiniz. Biz de Ozi’nin uyumasını fırsat bilip
aynen öyle yaptık. Somon, patates salatası, Rus ekmeği ve soya soslu yosun
aldık. Somon harikaydı, patates salatası iyiydi, rus ekmeğinde bir numara
yoktu, yosun da soya sosu olmasa gitmez. Ama tekrarlamak isterim ki somon
gerçekten harikaydı! Üstelik bir restoranda yiyeceğiniz fiyatın çok daha
altında, makul bir fiyata yiyebilirsiniz.
Olsa da yesek! |
Helsinki’nin bir
diğer güzelliği bedavaya su içebiliyor olmanız. Musluk suyunu içebiliyorsunuz,
çok temiz ve gerçekten de bununla gurur duyuyorlar. Restoranların, kafelerin
çoğunda masada bir sürahi ve bardaklar duruyor. Kendiniz gidip musluktan
sürahinizi doldurabilirsiniz.
Çarşıdan dışarı
adımımızı attığımızda Ozi uyandı. Herhalde artık onun için eğlence zamanı
geldiğini hissetti. =) Çarşının hemen yanında yerin altındaki “Helsingin LeikkiLuola”ya
yani Helsinki oyun alanına girdik. Kış günlerinde soğuktan korunmak için
herhalde yerin birkaç kat altına yapmışlar burayı. Tahmin ettiğimiz gibi Ozi
çıldırdı buradayken! =) İlk defa böyle bir oyun alanına soktuk onu. Top
havuzları, üzerine tırmanıp, zıplayacağı şişme oyun parkurları, arabalar,
kaydıraklar! Oradan oraya koşturduk hep beraber, Ozi her şeyi defalarca denedi,
oynadı, yattı, yuvarlandı. Neredeyse iki saat çok güzel zaman geçirdik. Belki
haftaiçi akşam saati diyedir, hiç kalabalık da değildi.
Eğlenceye giden gizli yol... |
Burada aynı
zamanda “Play-liiga” başlığı altında hokeyvari bir oyun da oynanıyor anladığım
kadarıyla. Plastikten hokey sopaları gördüm birçok kişinin ellerinde ama tam
olarak nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum.
Yukarıda da
anlattığım gibi oyun alanından çıkıp da akşam yemeği için Aleksanterinkatu’daki
Hard Rock Cafe’ye gidene kadar (trama da binmemize rağmen) bayağı yağmura maruz
kaldık. Eğer bebek arabanız varsa, üst katta bulunan cafeye ulaşmak için yer
gösterici kızdan yardım isteyin, sizi asansöre yönlendirecek. Küçük rockerları
unutmamışlar yiyecek anlamında. Daha sağlıklı ya da daha fast food menü
seçenekleri arasında tercih yapılabilir.
Küçük rockerlar için! |
Ozi için tavuk ısmarladık, gitar
şeklinde mini bir tabakta servis edildi. Yedi mi deseniz, iki çatal! Ben çok aç
değildim ve Ozi’den kalanları bitiririm diye bir şey söylemedim. Tal lezzetli
bir hamburger sipariş etti. Epeyce kalabalıktı içerisi. Yemeğimizi bitirdik ama
yağmur hala bitmemişti. Neyse otel yakındı, biraz hızlı adımlarla vardık otele.
Ertesi gün hava
bir önceki günün tam tersiydi. Masmavi ve güneşli! Bu hava doğal olarak
mutluluk hormonlarımızda bir artışı da beraberinde getirdi. Yazın uzun günler
iyi güzel ama kışın da tam tersi durum, insanların canını epey sıkıyordur
herhalde.
Bugün ilk olarak
deniz kenarına doğru gittik. Baltık denizi kenarında Helsinki ve birçok
ada/adacık üzerine kurulu. Suyla içiçe yaşıyorlar. Esplanade Park’ın içinden
geçerek limana vardık. “Kauppatori” limanda kurulan açık hava pazarı.
Türlü
türlü tezgah mevcut. Havalar biraz daha ısındığında tezgah sayısı da artıyordur
muhtemelen. Biz de taze taze meyvelerden (frambuaz-çilek-yaban mersininden
oluşan) bir tabak alıverdik. Ayrıca Ozi’ye çeri domates. “Domami” diye
çığlıklar atan bir oğlumuz var çünkü. =) Deniz kenarında güzelce bir banka
kurulup meyvelerimizi yedik.
Havis Amanda heykeli |
Kauppatori |
Daha sonra
limanda 15-20 dakikalık bir yürüyüşün ardından büyük dönmedolabın yanındaydık.
Hiç kuyruk beklemeden dönmedolaba bindik ve şehri tepeden seyrettik. Eğlenceli
oldu, Ozi’nin de hoşuna gitti. Yaklaşık 15-20 dk sürdü, iki veya üç tur attık.
Dönmedolaptan şehir ve deniz manzarası |
Bu arada
Helsinki’de bir başka güzellik daha. O da şu ki, kadınlar şehirdeki neredeyse
her iş kolunda çalışıyor! Bizde hep erkek işi diye bakılan işlerde bile
kadınları gördük. Sanki şehrin erkekleri evde oturuyor da, kadınlar tüm işleri
sırtlanmış.
“Aşk Köprüsü”,
Uspenski Katedrali’nin hemen aşağısında. Katedrale gitmeden önce, Vantaa nehri
üzerindeki köprüye kilidimizi astık. İnsanlar bu geleneği seviyor gerçekten,
köprünün üzeri kilit doluydu.
Aşk Köprüsü çok popüler |
“Uspenski
Katedrali”, Helsinki Katedrali’nin aksine oldukça şaşalıydı. Rus etkileri
barındıran bu Ortodoks ibadet evine ulaşmak bebek arabanız varsa oldukça zor
bilesiniz. Hiç rampa yapılmamış, sadece merdivenler var. E bu demektir ki,
kollarınıza kuvvet! Katedralin tepede kurulu olmasının tek avantajı güzel bir
manzarası olmasıydı sanırım.
Uspenski Katedrali |
Ozi’nin uyku
vakti geldiğinden, çıkışta bir trama atladık, ver elini “Sibelius Parkı”. Fin
ulusal bestecisi Jean Sibelius’un adı verilmiş bu parkta o düşünülerek yapılmış
iki eser var. Birisi onun heykeli, diğeri de bir anıt. Heykelini görünce
aklınıza kim gelecek acaba, kime benzeteceksiniz? Tek seçenek var bence! ;)
Sibelius Parkı'ndaki anıt ve heykel |
Parktan
ayrıldıktan sonra tekrar şehir merkezine döndük. Ozi hala uyuyordu, Cafe
Fazer’e girdiğimiz an uyandı. Burası Karl Fazer’in 1891’de kurduğu şehrin köklü
cafe / pastanelerinden birisi. Çeşit çeşit çikolata, şekerleme, hamurişi,
salata, sandviç mevcut. Biraz tuzlu, biraz tatlı birşeyler atıştırdık. Hatta
çeşidi abartmış bile olabiliriz! =)
Finlerin Ali Muhiddin Hacı Bekir'i Karl Fazer |
Cafe Fazer’den
çıkınca adını sürekli duyduğumuz AVM’lerden birine de gidelim bari dedik, ki
burası Stockmann’dı. Ozi’ye bir uçan balon aldık. Adamlar işi biliyor, hemen
girişe kurmuşlar tezgahlarını, tüm çocuklar toplanmış balonların başına. =)
Aslında amacımız hediyelik eşyalar bakmaktı. Burada çeşidin bol ve nispeten
ucuz olduğunu okumuştuk. Maalesef hediyelik eşya satışını kaldırmışlar. Biz de
ne yapalım, ilk gün gördüğümüz Helsinki Katedrali’nin oradaki hediyelik eşya
dükkanına gidelim dedik. Ama bir gittik ki çoktan kapatmış. Orası o ana kadar
gördüğümüz tek hediyelik eşya dükkanıydı bu arada. Ertesi gün tekrar uğrarız
diye düşünüp erteledik.
Akşam yemeği
zamanı gelmiş, daha karnımız tam anlamıyla acık(a)mamıştı ama ne yapalım
fiyatlar da yüksek ya, çok abartmadan biraz yerel tatlardan tadalım dedik.
Esplanade Parkın içindeki (deniz tarafına doğru en sonunda) “Kappeli” restorana
gittik. Dışarıdan pek öyle durmuyor ama epey ciks bir yer gibi geldi bize.
Koskocaman heybetli bir avize tavandan aşağı sarkıyordu, hele de menü önümüze
gelip fiyatları okuyunca ve hele bir de minik minik porsiyonları görünce evet
dedik ciks bir mekanmış.
Kappeli'de yerel lezzetler |
Fin yerel
lezzetleriyle oluşturulmuş bir başlangıç tabağı ile ana yemek olarak geyik eti
köftesi istedik. Finlandiya’nın Tadı olarak isimlendirilmiş tabakta ufacıcık
yaban mantarı çorbası, turp köftesi (?), geyik köftesi, füme akbalık ve keçi
peyniri vardı. Geyik köftesi hariç pek beğendiğim söylenemez. Allah’tan çok aç
değildik! Biz oradayken kuşkonmaz zamanıydı bir de. Avrupalılar kuşkonmaza
bayılıyor. Mevsimi geldiğinde, ona özel menüler hazırlanıyor, vs. Çok pahalıydı
biz almadık.
Ozi de iyiden
iyiye sıkılmaya başlayıp, oturmayı reddedince yavaştan ayaklandık. Saat dokuza
yaklaşıyordu ama her yere hala aydınlıktı. Hotelimizin yakınındaki Kaisaniemi
Park’a gittik. Ozi biraz sallandı, kaydıraktan kaydı, tahta arabaya bindi. Bu
arada parklarda kilitli sandıklar var. İçlerinde de çeşit çeşit oyuncak,
arabalar, kovalar, tırmıklar, vb. Belirli saatler arasında hepsi çocukların
kullanımına amade. Ozi’yi parka sokmak kolay da ya çıkarmak! Zaten saat olmuş
on ama hava hala daha kararmamış, o da şaşırdı, hak vermek lazım. =)
Saat 22:00 - Parkta bir tek biz... |
Cumartesi
sabahtan trama bindik yine ve “Linnanmäki Eğlence Parkı”na doğru yola koyulduk.
Yalnız keşke gitmeden açılış saatlerine daha dikkat etseymişiz. 11.30 gibi
kapısındaydık parkın ama bu mevsimde öğleden sonra birde açılıyormuş! Bizim
gibi saatinden bihaber olan Helsinkililer de vardı neyse ki! Avuttuk bununla
kendimizi. O kadar saat Ozi’yle ne mi yaptık ? Çevrede keşif turları yaptık
durduk. Amaçsızca koşturmak Ozi’nin hoşuna gitti bizce. =) Park görevlileri
gitgide biriken kalabalığı görünce saat tam 1’i beklemeden parkın kapılarını
açtılar. Zaten giriş ücretsiz. Bineceğiniz aletlere göre gişeden tek tek bilet
ya da daha çok alete binecekseniz kol bandı alıyorsunuz. Aklınızda olsun boyu
100 ya da 120 cm altında çocuğunuzla bedavaya binebileceğiniz birçok alet de
var!
Linnanmaki Eğlence Parkı |
Mesela “KotKot”
ilk bindiğimiz oldu. Aletlerin çalışması için saat biri beklediler. Kuyruğa
girdik ve o 10 dakika nasıl geçti bilmiyorum. Ozi çıldırdı. İlla bariyerleri
aşıp, rayların üzerinde bizi taşıyacak olan yumurta şeklindeki arabaya
binecekmiş. Neyse sonunda sıramız geldi de Kotkot’ta aile saadeti yaşadık. J
KotKot |
“Muksupuksu” adlı trene binemedik çünkü çocuğun yanında ebeveynini
kabul etmiyordu. Biraz şehir
manzarası seyretmek için panorama kulesine de (Panoraama) bindik.
Beklediğimizden daha farklı bir alet çıktı bu. Düşünün ki bir simidin içine
oturuyorsunuz ve o simit bir direkten yukarı çıkıyor. Sonra en tepeden hafifçe
dönerek aşağıya iniyor. Ozi’yle bindiğimiz diğer aletler, mini dönmedolap
(Vankkuripyörä) ve dönen fincanlar (Rumpukaruselli) oldu.
Parkın en
efsanevi aletlerinden birisi “Vuoristorata”, yani roller coaster’ın Fincesi.
Bilet almak gerekli. 1951’de açılmış bu ahşap roller coaster’ı bir görevli
(brakeman) kullanıyor. Ama aşağıda falan dağil, bizzat kendisi de roller
coaster’ın üzerinde. Onca sene içinde en az 5 defa yenilenmiş ahşap malzemesi.
Otomatik hiçbir şey yok, her şey elle kumanda ediliyor. Bu tip aletlerle aramın
pek iyi olmadığını düşününce, yalnız başıma binebilmiş olmam büyük cesaret.
Ozi’yi bırakacak kimse olmadığı için böyle oldu. Önce Tal bindi, benim niyetim
yoktu aslında ama beni ikna etmeyi başardı. Gayet heyecanlıymış, bağırdım
çağırdım kendi kendime valla rüzgarla savrulurken. Oh bir rahatladım kendime
geldim. İyi ki beni ikna etmiş. =)
Efsanevi "Vuoristorata" |
En son olarak
üçümüz “Malsemajuna”ya bindik. Bu alet de biletli bu arada. Eğlence parkının
etrafında kuşbakışı bir gezinti yaptık bu trenle. Hızlı bir şey beklemeyin,
gayet yavaş gidiyor. Etinden sütünden faydalandığımız bizi eğlendiren bu parkı
yavaştan terk etme zamanı gelmişti.
Malsemajuna |
Tram’dayken Ozi
uykuya dalıverdi. Biz de şehir merkezine varınca direkt limandaki şehrin bir
diğer pazarı olan “Vanha Kauppahalli”ye gittik. Burası “Hakaniemen
Kauppahalli”nin tırnağı olamaz bence. Hem çeşit hem de ortam açısından. Balık
çorbası içtik ama o kadar paraya değmedi sanki. Basmışlar kremayı içine. Gerek
yok. Burası daha bir turistikleştirilmiş, restorasyon görmüş belli ki, daha
yeni! Ama öbür pazarın sıcaklığı ve çeşitliliği ne gezer...
Vanha Kauppahalli |
Bir numarası olmayan balık çorbası |
Pazardan çıkınca
bir baktık ki dışarıda kıyametler kopuyor. Her sene 30 Nisan – 1 Mayıs’ta
kutlanan “Vappu”ya denk gelmiştik çünkü. Vappu birçok kutlamayı içinde
barındıyormuş, Aziz Labor’u Anma Günü, bahar ve üniversite öğrencileri tatili,
ve ayrıca İşçi Bayramı. Sokaklarda kutlanan bu karnaval tarzı eğlencenin odak
noktasında aslında üniversiteli gençler var. Zaten geldiğimiz günden beri
üzerlerinde rengarenk işçi tulumları ve kafalarında bere tipi beyaz
şapkalarıyla gezinen birçok genç gördük. Kutlamanın resmi yiyecek ve içeceği
kek ve “sima” isimli alkollü bir içecek. Sima “bal rakısı” diye geçiyor.
Çoşkulu
kalabalığı arkamızda bırakıp, “Suomenlinna” adasına gitmek için bir vapura
bindik. Ozi de hala uyuyordu. İçeri oturduk. Vapur bomboştu. Yaklaşık 15-20 dk
sonra adadaydık. Meğerse kutlamalar burada da devam ediyormuş. Gençler
pikniklerini yapmış, ana karaya dönüşe geçmiş. Biz de onların zıt yönünde
ilerlemeye çalıştık. Şarkılar söyleyip, birbirleriyle şakalaşıyorlardı.
Suomenlinna dönüşü vapurdan Uspenski ve dönmedolap |
Suomenlinna'daki coşkulu gençler |
Burası
güneşlenmeye ve pikniğe gelenler sayesinde yazın daha hareketliymiş. UNESCO
Dünya mirası listesindeki adada yaşayan insan sayısı 850 civarı. Adanın
üzerinde ayrıca müzeler, köprüler, İsveçlilerin savunma amaçlı inşa ettikleri
kale ve denizaltı kalıntısı var. Kale içinde bir kilise ve deniz feneri de
varmış. Biz oralara kadar çıkmadık. Sadece denizaltı kalıntısına kadar yürüdük.
O arada Ozi uyanınca soluğu bir parkta aldık. Epeyce bir zaman geçirdik tabi
parkta. Ozi çimenlerde vaklayan ördeklerin peşinden koşturdu. Onu bu ortamdan
ayırmak emek ve yürek istedi ama neyse ki “hadi bak bu yolda koştur, yürü..”
falan diyince bir gaza geldi. Bizden hızlı gitmeye başladı. =)
Suomenlinna'daki bu parkı bir türlü terk edemedik... |
Anakaraya
dönünce bıraktığımız gibi değildi ortalık. Her yerde boş şişeler, kalabalık
iyice artmış. Hele de sokak arasından Helsinki Katedrali’nin önüne çıkınca
“Ohaa!!” deyiverdik valla. Bütün şehir sanki katedralin merdivenlerine
toplanmıştı. Buranın genel anlamda kutlamaların merkezi olduğuna inandık böylece.
Biz de biraz buralarda takıldık. Şenlik havasına katıldık.
Sonra da akşam
yemeği için “Leonardo”ya gittik. Merkez tren garının karşısındaki bu İtalyan
lokantasında çok kötü bir kırmızı ev şarabı eşliğinde lezzetli bir risotto ve
geyik etli pizza yedik. Restoranda oturan birkaç yaşlı müşterinin kafasında da
o beyaz beremsi şapka takılıydı. Kimilerinin şapkası artık sararmıştı ve bir de
yandan püskülü sarkıyordu. Onlar epey senedir bu kutlamalara katılıyordu
herhalde!
Mısır gevrekli risotto yediniz mi hiç?! |
Ertesi gün 1
Mayıs olunca kutlamalar devam etti. Biz de tam “Seurasaari” adasına gitmek için
otobüs bekliyorduk. Bir baktık karşıdan ellerinde bayraklar, pankartlarla bir
kalabalık yürüyor. Yol trafiğe kapatılmış. Şuna da şahit olmuştuk işte. Biz
alışkın değiliz ama 1 Mayıs gayet güzel, şenlik havasında ve sıkıntısız,
olaysız da kutlanabiliyormuş!
Helsinki'de 1 Mayıs korteji... |
Bu arada hava o
gün öyle bir ısındı ki, 25 derecelerde! İstanbul daha serindi o dönemde.
Seurasaari’ye giden 24 numaralı otobüse yanlış yönden bindiğimizden
şüphelenince, yolculardan birinden teyit istedik ve maalesef teyit edildi.
Hemen inip, diğer yönde beklemeye başladık. Çokça zaman kaybı demek oldu bu ne
yazıkki. Otobüs kıvrıla kıvrıla sokaklarda gitmeye başlayıp, gitgide doldukça
bize fenalık basmaya başladı. Bu arada Ozi yine uyuyakaldı. Nerede olduğunu tam
olarak hatırlamadığım bir yerde iniverdik otobüsten. Adayı gezi listesinden
çıkardık. Zaten burası yazın ve üzerindeki Açık Hava Müzesi açıkken daha
eğlenceli ve gezilesi oluyormuş diyerek kendimizi bir güzel de avuttuk.
Trama yürürken... |
Biraz deniz kenarında
yürüyüp sonra canımız ciğerimiz trama bindik. Şehre dönerken bari
“Temppeliaukio” yani “Kaya Kilisesi’ni görelim istedik. Tramdan indikten sonra
rahat 10 dakika yürüdük ve bir yokuş çıktık ama değdi. Hem kilise çok ilginçti
hem de sonunda aynı cadde üzerinde iki tane hediyelik eşya dükkanına rastladık.
(Helsinki de bence bir işkolu olarak hediyelik eşya dükkanı açmak
düşünülebilir. Potansiyel mevcut.)
Burası bir kilise aslında |
Kaya Kilisesi'nin içi |
Buradan çıkınca hediyelik eşya dükkanlarından birine daldık. Hediyelik
eşyalar pahalı ama her zaman dediğimiz gibi kaç kere Helsinki’ye geleceğiz ki?
=)
Uçaktaki akşam
yemeğine kadar mideyi tok tutmakta fayda vardı. Dolayısıyla buradan ayrılınca
ver elini limanda kurulu pazarın yiyecek tezgahları. Koskoca bir patatesli
sebzeli karışık balık tabağı aldık. Ayaküstü mideye indirdik.
Limanda ayaküstü balık çeşitleri |
Sonuç olarak
Helsinki "bir İskandinav şehri daha göreceğiz!" sevincimizi ve beklentimizi pek
karşılamadı. Ama zevkler ve renkler tartışılmaz değil mi? Belki size farklı
hissettirir. Bizim bir sonraki göreceğimiz İskandinav şehri neresi olur acaba?
=)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder