Delilik nedir? Kimilerine göre şu olay bir örnek olabilir:
İki gün içinde dokuz kişilik bir grup olarak Bolonya ve Floransa’ya gidip
gelmek! =) Dokuz kişinin içinde kimler mi var? Alfabetik olarak sayarsak: Anıl,
Aylin, Aynur, Den, Derya, Göksel, İrem, Nilgün ve Tal. Ben ve Tal dört kişilik bir gruba alışmıştık ama sayı iki katını bile geçince biraz endişelenmedik değil. Acaba herkes memnun ve mutlu olacak mı? Aklımızı sürekli kurcalayan bu soruyla Cumartesi sabahı uçaktaydık.
bu kareye 18 ayak sığdırmayı denemedik bile! =) |
Bolonya – Marconi havalimanından şehir merkezine gidiş için otobüse bindik. Tren/metro hattı yok. Merkez tren istasyonu son durak. Biz de orada inip istasyona yakın olan otelimize doğru heyecanla yürüyüşe geçtik. Ama içinizde en heyecanlı kimdi diyecek olursanız. Sanırım yeğenimiz İroş idi. =) Uçak biletlerini aldığımız andan itibaren gezeceğimiz yerleri, kalacağımız oteli internette araştırmaya başlamıştı bile!
Kasım’ın sonuydu ama gelmeden önce yağmurlu göstermesine
rağmen hava gayet açıktı ve de ılık. En sevilen hava durumu. Kalabalık
nüfusumuz yüzünden otel rezervasyonu konusunda biraz sıkıntı yaşasak da sonunda
iyi kötü halledebildik. Herkesin gece yatacak bir yeri vardı.
Cumartesi günleri “Piazza del Otto Agosto”da bir pazar
kurulduğunu öğrenmiştik. Önce oraya bir göz attık. Her yer giyecek eşyası
doluydu ama Aynur ve Nilgün annelerin de onayladığı üzere malların kalitesi
oldukça düşüktü.
Bolonya pazarı |
Pazarın kenarından şööyle bir girip çıktık biz de ve “Via
dell’Indipendenza”ya saptık. Birçok dükkanla ve restoranla dolu bu cadde
sanırım şehrin en geniş caddesi. Trafiğe kapalıydı, rahat rahat yürüdük. Sokak
sanatçıları ve bisikletleri üstünde reklam taşıyan kızlar da vardı.
Via dell'Indipendenza, porticolar |
=) |
Neptün |
Neptün heykelini
yapan Bay Giambologna ters bir açıdan bakıldığında parmağın başka bir şey
olarak algılanabileceğini tahayyül etmemiş. Belki de etti ama düzeltmedi,
kimbilir! =) 18. yy’da şehrin ekonomik merkezi olan “Sala Borsa” bugün artık
bir kültür merkezi olmuş. İçine girip, camdan bir taban altında korunan şehrin
en eski kalıntıları üzerinde yürüdük. Bir de Sala Borsa’nın dış duvarına
şehirde çeşitli zamanlarda yaşanmış terör saldırılarında ölenlerin anısına isim
plakaları asılmıştı.
Sala Borsa'nın girişi |
Tal’la gruptan ayrılıp Fısıltı Galerisi’ni aramaya giriştik ve bulduk
da. Önce kendimiz denedik. Gerçekten işe yaradığını görünce de grubun geri
kalanını “Palazzo di Podesta” ve “Palazzo re Enzo” arasındaki “Voltone del
Podesta”ya getirdik. Buradaki durum şuydu ki. Kare şekildeki kemerli holün
çapraz köşelerinde dikilip duvara karşı bir şeyler fısıldadığınızda, çaprazdaki
kişi ne söylediğinizi gayet iyi duyuyor. Nasıl olduğuna dair bir açıklaması
vardır elbette ama biz bilmiyorduk. Yine de epey eğlendik burada!
Fısıltı Galerisi'nde her köşeyi biz kaptık |
Meydandan dar bir sokağa doğru girdiğimizde aslında “Quadrilatero”da
olduğumuzu anladık. Burası fırın, manav ve şarkütericilerin bir arada olduğu eski
bir pazar sokağı. Taze taze meyve sebzeler, tadının çok güzel olduğunu
düşünmediğim halde görüntü ve sunum itibariyle çok çekici gelen şarküteri
ürünleriyle dolu bu sokak iştahımızı iyice kabartmıştı.
Quadrilatero'da damak zevkine uygun bir şeyler bulunur |
karışık mantarlı! |
sırf Tiramisu yemeye İtalya'ya gidilir mi? |
Yemek sonrası planladığımız gibi San Petronio
Bazilikası’na girdik. Bazilikayla ilgili ilginç detaylardan birisi ön yüzünün
halen daha tamamlanmamış olması.
Bazilikanın tamamlanmamış ön yüzü |
Bir diğeri de şapellerden birinin duvarında ortada
kocaman şeytan figürü ile Dante’nin tasvir ettiği şekilde cennet ve cehennem
çizilmiş. Hoş olmayansa aynı çizimde , şeytanın sağ üst köşesinde Hz.
Muhammed’in bir zebani tarafından yenilirken tasvir edildiği bir bölüm de olması.
Bu yüzden bazilika birçok tehdit almış ve halen de alıyordur sanırım. Allah’ın
evi kabul edilen bir yerde Allah’ın peygamberlerinden biriyle ilgili olarak
böyle bir çizim olması yakışık almıyor gerçekten.
Dante'nin tasviri |
Bazilikayı arkamızda bırakıp gruptan bazılarımızın göze
aldığı zorlu tırmanış için şehrin ünlü iki kulesine yöneldik. Bir zamanlar şan
şöhret göstergesi olarak şehrin tüm zenginleri kuleler yaptırırmış bu şehirde.
Zemin çok sağlam olmadığı için tüm kuleler eğilmiş ya da daha kötüsü
depremlerle yok olmuş. Günümüze kadar yaklaşık 20 kule ayakta kalmayı başarmış.
Garisenda solda, Asinelli sağda |
Bu kulelerin en yüksek iki tanesi de “Asinelli” ve “Garisenda” kuleleri. Eşek
yani Asinelli’nin 498 basamağını çıkıp şehri tepeden görecekler ben, Tal, İrem,
Göksel abi, Derya ve Anıl idi. Zorlu tırmanış başladı. Tahta basamaklar insanı
biraz tedirgin ediyordu. Tavsiye hiç aşağı bakmadan yukarı çıkmak.
çık çık bitmeyen basamaklar... |
Aşağı bir
kere bakan Anıl o yüzden geri döndü. Neyse ki yukarı çıktığımıza değdi. “Kırmızı
şehir” manzarası epey iyiydi. Tepede biraz soluklandık, fotoğraf çekip aşağı
inişe geçtik.
kırmızı şehir... |
Asinelli'den Garisenda |
Hemen yandaki Garisenda Pisa’dan sonra ülkenin en eğik ikinci
kulesiymiş, ki gözle de görünüyor bariz bir şekilde.
Garisenda'daki eğiklik bariz ortada |
"çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane" durumu... |
Bu arada gün boyu yol üstünde gördüğümüz marketlere uğrayıp su ve
Breezer ikmali yapmayı ihmal etmedik. Göksel abi marketlerdeki tüm satıcılarla
ahbap ve tam bir Breezer fanatiği oldu çıktı. =) Ayrıca burada dolaşırken hiç toplu taşıma
kullanmaya gerek yok. Şehirde her yer öyle içiçe ve birbirine yakın ki,
kolaylıkla yürünüyor.
Sonunda beklediğimiz gün gelmişti. İtalya’da dondurma yiyecektik.
Gelateria Gianni isimli dondurmacıyı aramak için düştük yine yollara
bazilikadan çıkınca. Gianni’nin via Montegrappa’daki şubesine gelmiştik. Klasik
ve İlahi Komedya, Şeytan gibi isimleri olan spesyal tatlardan hangilerini
seçeceğimize karar vermek çok zor oldu.
Dondurmacı Gianni |
Tal’ın hedefi mutlaka Ricotta peynirli
olan Ricotta Stregata’dan yemekti. Ondan seçti. Ve daha ne çeşitler.
Tiramisulu, nutellalı, maskarpon peynirli, pralinli, panna cottalı, viski
kremalı, amarettolu... ve her bir top öyle büyük ki, dondurmayı bitirmek bayağı
zamanımızı aldı. Kimse çıtını çıkarmadan külahlarına yumuldu. =) Kış mış
demeden bu sefer iyi ki yemişiz dondurma!
değişik tatlar |
Avrupa’nın en eski üniversitesinin Bolonya’da olduğunu öğrenmiştik. İşte
bu üniversite de “via Zamboni”deymiş. “Universita di Bologna” 1088’den beri
eğitim veriyormuş. Günümüzde de halen bir öğrenci şehri olarak adı geçiyor
buranın. Via Zamboni’nin genişçe ve araç trafiğine de açık bir cadde olduğunu
düşünmekle hata etmişiz. Tam tersi çıktı çünkü.
via Zamboni |
Dar ve araç trafiğine kapalı
ama uzun mu uzun. Bu üniversite ne yazarlar, politikacılar, Papalar,
mühendisler, iş adamları yetiştirmiş. Ünlü İtalyan yazar Umberto Eco’da bu
üniversitede hocalık yapmış. Biz sadece cadde üzerinde yürüyebildik. Binalara
giriş kapalıydı, muhtemelen haftasonu ve saat geç olduğu için.
nostaljik Fiat 500 |
Meşhur “Venedik Penceresi” tam da akşam yemeği yiyeceğimiz restoranın sokağındaydı. Yaklaşık iki yüzyıl önce şehrin altından geçen yeraltı suları açık kanallar şeklindeymiş. Bu kanallardan biri de via Piella’daydı. Duvardaki dikdörtgen şekilli oyuk kısımdan bakınca az biraz Venedik havası oluşuyor. Evlerin kenarından akan sular. Karanlıkta pek de bir şey anlamadık. Biraz “turist” işiydi burası aslında...
Venedik penceresi |
Gelmeden evvel Tal araştırma kısmını halletmiş ve “Trattoria dal
Biassanot”da rezervasyon yaptırmıştı. Kalabalıkla uygun yer bulmak zor
olabilirdi ki rezervasyonumuz olmasına rağmen yine de biraz bekledik masaya
oturabilmek için. Daha çok yerellerin takıldığı bu restoran ufak bir aile
işletmesine benziyordu. Atmosfer sıcak ve gürültülüydü. Bu aynı zamanda
Öğretmenler Günü kutlama yemeğimizdi. Grubumuzda bir öğretmen vardı ne de olsa!
Nilgün anne. =) Tal “Tagliatelle al
ragu”, bizim bildiğimiz adıyla Bolonez soslu spagettiyi denedi ve fena
olmadığını söyledi.
Tagliatelle al ragu |
Herkes damak zevkine göre bir yemek seçti, genelde makarna çeşitleri denendi, ben risotto yedim. Yemeklerimize eşlik eden de bir beyaz Toscana şarabı oldu. Yemek sonrası grubumuz ikiye ayrıldı. Otele dönenler ve şehrin gecesini biraz daha görmek isteyenler. =) İlk grubu otele bıraktıktan sonra ben, Tal, Derya ve Anıl tekrar sokağa geri döndük. Via Indipendenza’daki ilginç dükkanların vitrinlerine göz attık. Piazza Maggiore’yi gece gözüyle gördük, neşeli İtalyanlar da sokaklardaydı. Ara sokaklara daldığımızda karşımıza tesadüfen “Hotel Commercianti” çıktı. 13. yy’dan kalma bir saraymış aslında. Sütunları eğikti. Şehirdeki her yapıda bir eğrilik büğrülük olduğuna karar verdik böylelikle. =)
gece Neptün ve saray |
Yürürken kendimizi, adını yanlış hatırlamıyorsam, via Farini’de bulduk. Ünlü markalar bu alışveriş caddesine toplanmıştı. Pek güzel aydınlatılmıştı tüm dükkanlar ve porticolar.
ışıldayan portico |
Görmediğimiz bir yer vardı. “Strada Maggiore”deki Casa Isolani’nin tahta
porticosunda bir ok saplı duruyormuş. Hangi tarafta olduğunu bilmediğimiz için
ikili gruplara ayrılarak caddenin sağlı sollu porticolarına baka baka yürüdük
ve Derya ile Anıl’ın yürüdüğü tarafta çıktı karşımıza ok. Rivayete göre,
Ortaçağ soylularından birisi kendisini aldatan karısını bir okçuya vurdurmak
istemiş. Ama kadın son anda fark edip, üzerindekileri atarak kaçmış, okçu da
bocalayarak ıskalamış, ok tam da buraya saplanmış kalmış o tarihten beri! İster
inanalım ister inanmayalım bu hikayeye, gerçekten de bir ok var porticonun
tavanında. =)
üstten 3. ve 4. kirişin arasında sağa yakın duruyor ok görebilirseniz... |
Asırlardır değişmeyen şehir son iki senede değişmemiş kesinlikle.
Şansımıza o gün bir de Floransa Maratonu düzenleniyordu. Bayağı kalabalıktı her
yer ve birçok yol da koşucuların geçişi için kapatılmıştı.
görevliler maratoncular dışındakilerden pek hoşlanmıyor gibiydi! |
Burada geçirecek yaklaşık 4 saatimiz vardı sadece ve sadece. Bizim önceki
seferde yaptığımız gibi müzelere de girmek yerine şehir turu yapmanın daha iyi
olacağını düşündük. Eski gelişimizden kalma haritamı yanıma almıştım. Kimseyi
çok fazla yormayacağını umduğumuz bir rota çizip, Duomo meydanıyla başladık.
Duomo Katedrali yine bayağı rağbet görüyordu turistler tarafından. Çan kulesine
tırmanmadık ama grup üyelerinden hepsinin kuleyle bir fotoğrafı oldu. =)
Piazza della Signoria’daki Perseo isimli cafeden herkes için birer
sandviç aldık öğle yemeği olarak. Davut heykeli reprodüksiyonunun önü en çok
kalabalık olan yerdi. Heykellere göz atmış, tam meydandan ayrılırken geleneksel
(ve biraz da komik) kıyafetleri içinde bir bando takımına denk geldik. Çala
oynaya önümüzden geçip gittiler.
Floransa bando takımı |
Biz de kendi rotamıza geri döndük. Uffizi
Galerisi’nin önünden geçtikten sonra artık Arno nehrinin kenarındaydık.
Amacımız “Piazzale Michelangielo”ya çıkıp güzel bir manzara eşliğinde ve bir
piknik havasında sandviçlerimizi yemekti. Eski köprü’den dönüşte geçecektik. O
yüzden Oltrarno bölgesine yani karşı tarafa geçiş için “Alle Grazie” köprüsünü
kullandık. Yol üstündeki bir marketten biraz abur cubur ve içeceklerimizi de
tedarik ettikten sonra (tabi ki içlerinde breezer da vardı =) ) tepeye tırmanışa
başladık. Önce şehir surlarının altından geçtik, dış mahalledeydik artık.
şehrin surlarından bir bölüm |
Tepeye çıkmak için en kısa yol aynı zamanda en yorucu yol tabi ki. Belki bir
devin ayaklarını rahatlıkla basacağı genişlikte basamaklarıyla bir merdivenden
yukarı tırmanıyorduk... ağaçların altından. Pek parlak olmayan İtalyanca
bilgimizle anladığımız kadarıyla galiba bir “kedi kolonisi koruma” merkezinin
yanından da geçtik. Etrafta da sarışın ve esmer kediler gördük zaten.
Kediseverler de çoğunlukta olunca içimizde hem çıkarken hem inerken onlarla
oynama zamanımız oldu biraz. =)
nehir ve şehir |
Meydanda hediyelik eşya alınabilecek tezgahlar da vardı, ki anneler ve Aylin
teyze bir uğramadan geçmedi. Onları alışverişten ayırabildikten sonra,
geldiğimiz yoldan aşağıya inişe geçtik.
Bu arada sürekli yanımızdan sportif İtalyanlar geçiyordu. Sanırım bizim
Avrasya maratonunda olduğu gibi profesyonel sporcuların yanında amatörler ve
halk da katılmıştı maratona. Boyunlarında madalyalarıyla eve geri dönüş
yolundalardı.
Tekrar karşı tarafa geçmek için Ponte Vecchio’yu - Eski köprüyü
kullandık. Maratoncuların güzergahında olduğu için zaten dar olan köprü biraz
daha daralmıştı. Sadece kaldırımlar yayaların geçişine ayrılmıştı.
Ponte Vecchio'da maratoncuların parkuru |
Piazza della
Repubblica’ya geldiğimizde Aynur anne, çanta satan sokak satıcılarından birine
beğendiği bir çantanın fiyatını sorma gafletinde bulunmuştu! Daha çok Amerikalı
rapçileri anımsatan zenci satıcı peşimizi bırakmadı ama alınan çanta en azından
işe yaradı. İstanbul’a dönerken bavul görevi gördü. =)
Firenze hatırası... |
Varışta otele dönüp ağırlık etmesin diye yanımıza almadığımız
eşyalarımızı da çantalarımıza istifledikten sonra havaalanına giden
otobüsteydik. Galiba kazasız belasız bu geziyi bitiriyoruz diye düşünürken
başka bir şey oldu.
Otobüs bir durakta durdu. Havaalanı binası gözüküyordu. Zaten kapı
ağzında bekleyen Göksel abi otobüsten iniverdi. Arkasından Aylin teyze bir
hamleyle onu takip etti. Biz Tal’la neler olduğunu kavramaya çalışırken, otobüs
kapılarını kapatıp tekrar yola koyuldu. Herkes şaşkın bir şekilde “E ne oldu
şimdi, onlar niye indi vs. vs.” diye tartışırken, 2-3 dakika daha gittikten
sonra otobüs durdu ve bu sefer hepimiz indik otobüsten, aslında inmemiz gereken
yerdeydik. Resmen bir panik anı yaşanıyordu! Telefonları da kapalıydı. Bir
taksiyle geri gidip, onları alıp gelelim diye düşünüyorduk ki, bir baktık
yürüye yürüye geliyor iki kafadar çoktan! Herkeste bir deli sevinç tabi! =)
Sonuç itibariyle, dokuz kişi olarak seyahat etmek zor ama
bir o kadar da değişik ve curcunalı bir tecrübe kesinlikle! =)
Floransa'da rastladığımız ilginç bir tasarım! |
1 yorum:
harika :)) okurken çok eğlendik :)
Yorum Gönder