İtalya’nın başkenti Roma, İstanbul gibi yedi tepe üzerine
kurulu. Romalılar’ın tarihinde de Türk tarihinde olduğu gibi kurt figürünün
önemi büyük. Efsaneye göre Roma’yı kuran Romus ve Romulus kardeşleri bu kurt emzirmiş!
Romus ve Romulus kardeşler |
Zaten sanki İtalyanlar da aslen Türk! Roma’da insan
davranışları ve şehir hayatı İstanbul’a benziyor. Otobüsler ve metro tıklım
tıklım. Birbirleriyle çok yüksek sesle ve kahkalar içinde konuşuyorlar.
Karşıdan karşıya geçeceğiniz zaman hiçbir araba durmuyor ve size yol vermiyor.
Şu da bi gerçek ki, bize göre tarihlerine çok daha iyi sahip
çıkıyorlar. Roma’nın kendisi müze gibi bir şehir. Binalar eski ama bakımlı, her
köşe başında heykeller, tarihi kalıntılar, freskler.. Özellikle Sezar dayının heykelleri..
Kaldığımız “Hotel Selene” mesela eski bir yapıydı. Her
sabah yeşil tahta panjurları büyük bir mutlulukla açıp odayı aydınlatıyorduk.
Nereleri gezdiğimize gelecek olursak.. Fiumicino
Havaalanına iner inmez birer “Roma Card” edindik ki işimize yaradı. Vardığımızda
öğle vaktiydi. Gitmeden önce internette yaptığımız araştırmaların sonucu
olarak, ziyaret edeceğimiz bütün müzeler ve ören yerleri için önceden bilet
satın aldık, rezervasyon yaptırdık. Bunu yaptığımız için de kendimizi tebrik
ettik. Çünkü her yerde epey uzun kuyruklara tanık olduk. Roma gerçekten de
"turistik" bir şehir.
Çok fazla derecede resim / heykel sanatı aşığı
değilseniz, müze gezmeyin. Mesela Borghese Gallery’de sergilenen
tablolara “bakmak” yerine, Borghese bahçesinde yürüyüş yapın. Isterseniz bir
golf arabası kiralayın, isterseniz ginger (segway) ve onlarla gezinin. Borghese
gallery’deki güvenlik görevlisi teyzeler ve amcaların pek dost canlısı
olmadığını belirtmekte de yarar görüyorum. Dikkat edin, sizi terslemesinler.
Borghese Gallery |
Şehirdeki çeşmelerden şişelerinize su doldurabilirsiniz. Genel olarak şişe suyu gittiğimiz tüm Avrupa şehirlerinde pahalıydı, İtalya’da da öyle. Suyun tadı da pek o kadar matah değil açıkçası, biraz bayık. Bizim dağların suyunu tek geçerim.
Tavsiyedir ki Vatikan Müzesi’ni bir Cuma gecesi gezin. Gündüz olduğundan daha mistik bir atmosfer içinde gezeceğiniz kesin. Sistine Şapeli’ne giden koridorun tavanını izlemekten boynunuz tutulabilir. Tavan fresklerle süslenmiş ve o kadar ihtişamlı ki... Sistine Şapeli’nin en ilgi çeken freski kuşkusuz tavandaki Michelangelo’ya ait olan “Adem’in Yaratılışı”. Hani şu Tanrı’nın parmağı insanın parmağına tam değecek gibi olan sahne gözünüzde canlandı mı? İsterseniz hediyelik eşya bölümünden bu sahnenin magnetini / posterini / vs de satın alabilirsiniz. Bir de denk gelirseniz ücretsiz düzenlenen opera dinletisine kulak verin. Kulağınızın pası silinsin.
Tavana bakarken boynunuz tutulmasın! |
FLORANSA - Firenze
Cumartesi için günübirlik Floransa gezisi planlamıştık. Floransa İtalya’nın Toskana bölgesinde. Hızlı trene binerseniz yaklaşık 1,5 saatte Roma’dan Floransa’ya varıyorsunuz. 3 saatte giden normal trene göre 2 katı daha pahalı. Biz 44 Euro ödedik kişi başı gidiş dönüş için. Ama unutmamalı ki vakit her zaman nakittir!
Floransa’nın en büyük meydanı Duomo. Meydanın orta
yerinde inşa edilmiş Duomo Katedrali görkemli bir yapı. Yeşil, kırmızı ve beyaz
renk hakim. Üzerindeki işlemelerin el emeği olması insanı daha da şaşırtıyor. Çan
kulesine (Campanile) tırmanırsanız güzel bir Floransa manzarasını hak ettiniz
demektir. Şehir sanki sadece binalardan oluşuyor, kırmızı çatılar, dar minik
avlular, ahşap oturma setleri olan bitkilerle donatılmış şirin teraslar..
Campanile - Çan Kulesi |
Bir Firenze sabahı |
Floransa’nın sanki Roma’ya göre daha sanatsal bir havası var. Belki de Rönesans sanatçılarının çoğunun burada yaşamış ve eserlerini burada ortaya çıkarmış olmasının etkisi de vardır.
Michelangelo’nun ünlü Davut (David) heykeli’ni görmek için Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’ne de gittik “Accademia di Belle Arti Firenze”. Sokak arasında ufak bir yer. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Tahmin edeceğiniz gibi David heykelinin başı da oldukça kalabalık. Heykel yapıldığı dönemde boyutları ve kusursuzluğuyla gerçekten bir çığır açmış. Heykelin boyu 4.34 m. Davut, İncil’deki bir efsaneye göre dev Golyat’ı yenerek krallığa yükselmiş.
Eski köprü - Ponte Vecchio- üzerinde yanyana kuyumcular ve sanat eserleri satan dükkanlar sıralanıyor. Arno nehrini geçmek için çoğu insan bu turistik köprüyü kullanıyor. Hava karardığında dükkanların ışıkları nehir suyu üstünde çok güzel bir ışık oyunu yaratıyor. Güzel fotoğraflar çekebilirsiniz.
Renkli eski köprü! |
Aşklar sonsuza kadar sürsün diye.. |
Biraz da Floransa sokakların görelim dedik. David heykelinin
bir kopyasının bulunduğu “Piazza della
Signoria” da başka birçok heykel daha var. Alışveriş yapmak isterseniz seçenek
bol. Birçok ünlü İtalyan markasının dükkanları yanyana. Fiyatlar tabiki uçuk.
Ferrari Store’dan hediyelik eşyalar da alabilirsiniz. Bu arada elimizi sallasak
Ferrari’ye çarpacağı düşüncesiyle gittiğimiz İtalya’da 5 günde sadece 1 tane, üstelik
de siyah Ferrari’ye rastladık. İnsanlar Ferrari’lerini nerelere saklamış? =)
Toskana şarabı almak isteği içinde olduğumuzdan turistik mekanlardan uzakta gözümüze çarpan küçük bir şarap dükkanına girdik. Satıcı amca hiç İngilizce bilmiyordu ama evrensel dil olan el hareketlerimizi de kullanarak anlaşmayı becerdik. Hatta aldığımız şarapları kırılmayacak şekilde paketlemesini istediğimizi bile anlatabildik. İtalyanlar’ın özellikle yemek üstüne içmeyi sevdiği Limoncello’larından da bir şişe aldık Floransa’dan. Kuvvetli limon aromasıyla bu içki, hazmı kolaylaştırıyor.
Akşam Roma’ya dönüş için tekrar trene bindik. Gün boyu epey yorulmuşuz. Tabi ki yolculuk sırasında uyuyakaldık. Ama bunda trene yetişebilmek için attığımız deparın da etkisi vardı. O kadar kılpayı yetiştik ki, trene bindik ve tren hemen hareket etti.
POMPEİİ + VEZÜV YANARDAĞI TIRMANIŞI
Pazar günü epeyce erken kalkmamız gerekliydi. Çünkü o gün
için günübirlik Pompeii ve Vezüv gezisi organize etmiştik. Viator isimli
internet sitesinden dünyadaki birçok şehirde gerçekleştirmek istediğiniz
geziler varsa satın alabiliyorsunuz, biz de ondan yararlandık. Rehberimiz ve diğer katılımcılarla “Piazza
de Poppolo”da buluştuk. Otobüsle yolculuğa başladık. Rehberimizi Anne İtalya’da
yaşayan ve okuyan bir Amerikalı idi. Şoförümüz Aldo ile şakır şakır İtalyanca
konuşuyordu.
İlk durak Pompeii
antik şehri oldu. Vezüv yanardağının MS 79’da patlamasıyla tüm Pompeii şehri
tamamıyla yok olmuş ve üstü kül / ponzayla kaplanmış. Yaklaşık 1700 sene toprak
altında kalan bu gri şehir günümüzde Napoli yakınlarında.
Bize şehri gezdiren yerel
rehberimiz çok tatlı bir kadındı. Burası yok
olmadan önce Roma İmparatorluğu’nun önemli şehirlerinden biriymiş. Efes gibi
eskiden denize daha yakın olduğu düşünülüyor. Gladyatörlerin eğitim gördüğü
alanlar, amfi tiyatro, konutlar, yiyecek satan dükkanlar, tapınak, okul, meydan,
genelev vs birçok yapı var. İtalya’da birçok yerde pizza hala odun fırınlarında
pişiriliyor. Zaten öylesi makbulmuş. Pompeii’de de içinde eskiden pizza
pişirilip pişirilmediği bilinmese de bu odun fırınlarının en eski örneklerini
görebilirsiniz. Genelevler, içlerindeki taştan yataklar, duvarlarda
müşterilerin tam olarak ne istediğini anlamak için çizilmiş olan resimlerle
ilginçti. Şehir meydanındaki sergi alanında, yanardağ patladığında kaçamayıp
üstleri kaplanan ve oldukları halde taşlaşan insanların ve hayvanların maketleri
var.
Pompeii - Yolun ortasındaki taşlar zamanın yaya geçidi |
Arkada Vezüv |
Yanardağ patlamasına yüzüstü yakalanmış birinin kalıbı... |
Öğle yemeği için yeni kurulan Pompei’deki bir lokantada
mola verdik. Menüde pizza vardı. Napoli ve Roma arasında en iyi pizzayı biz
yaparız diye bir yarış zaten varmış. Margarita pizzanın hikayesi de Napolililer
tarafından yazılmış. Fakir şehir, kraliçenin ziyaretinde hediye olarak ona İtalya’yı
andıracak bir pizza pişirmiş. Pizzada peynir, domates sosu ve fesleğen yaprağı
var. Bu malzemeler italyan bayrağının da renkleri olan beyaz, kırmızı ve yeşili
temsil ediyor. Roma pizzasına göre biraz daha kalın.
Eğer elverişli
mevsimde (muhtemelen Mart – Kasım ayları arası) gittiyseniz, Vezüv’e
tırmanabilirsiniz. Bir noktaya kadar çıkış otobüsle. Gerisi tabana kuvvet.
Patikanın başında bekleyen yaşlı dede ve yanındaki genç çocuk size tahta bir
baston ödünç veriyor. Yukarı çıkarken hem mistik ortam hem de “asa”nız
sayesinde kendinizi Gandalf gibi hissedeceksiniz muhtemelen.
Tepede
hava rüzgarlı ve serince ama manzara olağanüstü. Napoli şehri ve Napoli körfezi
ayaklarınızın altında. Ama insan düşünmeden edemiyor. Bu yanardağ tekrar
patlasa Napoli şehri de insan kaybı açısından olmasa da Pompeii’ye dönebilir.
Zaten Vezüv patladığında rüzgar aksi yönde esseymiş bugün Pompeii yerine Napoli’nin
yerinde yeller esermiş.
Elde bastonla Vezüv tırmanışı |
Yaklaşık yarım
saatlik yürüyüş sonunda Vezüv’ün ağzına vardık. Oldukça derin ve yer yer tüten
bir ağız. Burada olmak insanı biraz tedirgin etmiyor değil. Hala aktif olan bu
yanardağın hareketleri bilim adamları tarafından 7/24 takip ediliyormuş.
Vezüv'ün ağzı |
Doğal boyalarla boyanmış Vezüv taşları.. |
ROMA’YA DÖNÜŞ..
Roma’ya geri dönüş yolunda trafik epey kalabalıktı. Bunun sebebi gittiğimiz zamanın “All Saints Day – Azizler Günü”ne denk gelmesiydi. Ama Aldo Türk şoförleri aratmadı. Türlü manevralarla en hızlı şekilde bizi Roma’ya geri getirdi. Artık güzel bir akşam yemeği vaktiydi. Bir arkadaşımızın tavsiye ettiği İspanyol merdivenleri yakınındaki “AL 34” adlı restoranda karar kıldık. Genel olarak, İtalyan yemekleri herkesin dilindedir ya bizde öyle bir etki yaratmadı. Ukalalık gibi mi olur ya da damak zevkimiz az mı gelişmiş ya da kötü restoranlara mı denk geldik bilemedik. Pizzadaki ya da makarnadaki domates sosları hiç bizim taze mis domateslerimizle yapılmışlara benzemiyordu, yapay tatları vardı. Deniz mahsüllü makarnanın içinde bir biz eksiktik. Midyeler kumlu - çıtır çıtır. Başka bir gün yediğim mantarlı risottoda da aynı yapay tat vardı. Ama hakkını vermek lazım, birçok farklı restoranda yediğimiz tiramisuların hepsi de çok ama çok lezzetliydi. Kimi yerde muhallebi kıvamındaydı, kimi yerde kedi dili bisküviyle yapılmış. Ve tabi ki ev şaraplarının lezzeti de her daim çok iyiydi!
Leziz Tiramisu! |
Sudan ucuz ev şarapları! |
İtalyanca’nın tınısı enteresan. Özellikle etrafınızda carcar konuşan
birçok İtalyan olduğunda. Sonuçta insan ister istemez Türkçe konuşurken bile
kelimeleri onlar gibi uzatmak ve sonuna birşeyler eklemek istiyorsunuz. Misal,
geliyoooreee, gidiyoooree .. . Bu arada her yerde karşınıza çıkacak, “Uscita”
çıkış demek.
Pazartesi günleri genelde dünyanın diğer yerlerinde
olduğu gibi müzeler kapalı oluyor ama istisnalar vardı. Bunlardan biri de
Kolezyum idi. “Colosseum” gezdiğimiz atraksiyonlar içinde en hoşumuza gidendi
kuşkusuz. Hele ki bu geziden dönüp de “Spartacus – Blood and Sand” i izlemeye
başlayınca daha bir kişiselleştirdik orayı. Gladyatörlerin dövüştürüldüğü bu
mekanda, bazı bölümler en eski halini koruyor. Yangın ya da depremle hasar
görmüş kısımlar ise restore edilmiş. Renk farkından kolayca anlaşılabiliyor. Dövüşlerin
yapıldığı arenanın altında gladyatörlerin eğitim gördüğü bölmeler ve dövüşlerde
kullanılan hayvanların tutulduğu kafesler de var. Kolezyumun hemen girişinde
eski Roma askerleri yahutta Sezar gibi giyinmiş birçok adam var, parasını verip
fotoğraf da çektirebilirsiniz. Eğlence ve bahis için Gladyatör dövüşlerinin
böylesi meşrulaştırılmış olması aslında hiç kabul edilebilir değil.
Gladyatörler de aslında birer köleydiler. Özgürlüklerini kazanabilmeleri için
dövüşmeleri ve para kazanmaları gerekiyordu. Ama tabi bunu yapana kadar çoktan
ölmemiş olurlarsa.
Kolezyumdan sonra durağımız “Roma Forum” oldu. Burası Roma’nın ilk kurulduğu nokta. Palatino Tepesi'ne yani eski sarayın bulunduğu tepeye giden yolun başında Konstantin Kapısı var. Efsaneye göre Romus ve Romulus kardeşler bu tepede bulunmuş. Şehrin göbeğindeki “eski şehri” gezerken o kadar çok yağmur yağdı ki. Herhalde İstanbul’da olsaydık burnumuzun ucunu dışarı çıkarmazdık. Yağmur yüzünden burayı çok rahat da gezebildiğimiz ve hakkını verdiğimiz söylenemez. Kazılardan çıkarılan eşyalar ve maketler köşkvari bir yapı içinde sergileniyor. İstanbul’da da düzgün bir yapılaşma olsaydı, şu anda biz de şehrimizin göbeğinde “eski şehri” görebilirdik.
Konstantin Kapısı |
Via del Corso'nun bir ucu Piazza del Popolo diğer ucu ise Piazza Venezia. Piazza Venezia'da bolca merdivenli ve önü/üstü heykel dolu Complesso del Vittoriano - Vittoriano Müze Kompleksi ile karşılaşacaksınız. Burası birleşik İtalya'nın ilk kralı Victor Emmanuel adına inşa edilmiş. Merdivenler
yorabilir. İçeride bir silah sergisine denk geldik. Kaçırılmayacak bir sergi
değildi. Roma’nın yüksek bir yerinde konuşlandığı için merdivenlerin tepesinden
güzel manzaralar görebilirsiniz.
Yürümekten yoruldunuz mu? O zaman İspanyol merdivenleri imdadınıza yetişecek. Bir Pazartesi akşamı uğradık oraya. Aslında merdivende oturacak bir nokta / basamak bulabilirseniz şanslısınız. Hava yağmurlu olmasına rağmen kalabalıktı, muhtemelen her daim de kalabalıktır. Gençlik orada, turistler orada. İspanyol merdivenleri adıyla anılmasının sebebi de merdivenin başında bulunan İspanyol Büyükelçiliği binası. Merdivenlerin en tepesine tırmanıp önünüze baktığınızda gördüğünüz cadde Condotti. Alışveriş için buraya göz atabilirsiniz. Girdiğimiz her hediyelik eşya dükkanını bir Uzakdoğulu işletiyordu.
Gece-gündüz yaz-kış kalabalık merdivenler.. |
Burası gibi, Fontana di Trevi - Aşk çeşmesi de muhtemelen her daim çok kalabalık. Ben bu çeşmenin o kadar büyük olduğunu hiç hayal etmemiştim. Ama üzerindeki o heykellerle şırıl şırıl akan su sayesinde çeşmeden çok süslü bir havuz gibi duruyor. Çeşmeye para atılmasıyla ilgili birçok efsane var sanırım. Aradığınz aşkı bulmak, Roma’ya tekrar gelmek, vs. Bekar arkadaşlarımızın siparişleri üzerine, sırtımızı dönüp çeşmeye birkaç kuruş attık biz de. =)
Akşam yemeği için, Vedat Milor abimizin kitabında tavsiye
ettiği Trastevere’deki bir restoranı
aramaya koyulduk. Tiber nehrinden geçmek için Tiber adasını ve bu adadan geçen köprüyü kullandık. Trastevere Roma’nın Tiber nehri kıyısındaki semtlerinden
biri. Daha çok restoranlar, cafeler, barlarıyla ünlü. Şansımıza “Ristorante
Paris” kapalıydı. Halbuki Tal burada Roma’nın pizzalarından ve makarnalarından
daha da önde gelen sakatat yemeklerini denemeyi kafaya koymuştu. Açlık iyice
başımıza vurduğundan, dışından bakarak gözümüze kestirdiğimiz bir restorana
giriverdik.. “Osteria Pucci”. İtalya’da yediğim yemekler içinde en beğendiğim
mozzarellalı ıspanağı burada yedim. Hafif ve leziz. Arnavut bir garson
siparişlerimiz aldı ve her masamıza uğradığında bizimle Türkçe konuşmaya
çalıştı. Kalkandolap sözcüğüyle meğer buzdolabını anlatmak istiyormuş. =)
Trastevere ve Tiber nehri |
Aklınızda olsun, kimi kafelerde oturup servis almak
istiyorsanız bu ekstra ücrete tabi. Ayaküstü bir espresso içip kaçarsanız bu
daha ucuz.
Osteria Pucci espressosu.. |
Hala turistlerden sıkılmamış İsviçre Muhafızları! |
Kuşbakışı Roma ve Vatikan.. |
Vatikan’dan çıktıktan sonra yetişmemiz gereken bir uçak
olmasına rağmen, sınırlarımızı zorlayıp biraz
“Melekler & Şeytanlar”ı yaşamaya devam etmek istedik. İstikamet “Piazza
Navano” idi. Dan Brown'un kitabında rahiplerden biri bu meydandaki en büyük çeşmede boğularak
öldürülüyordu. Burası dikdörtgen formu sebebiyle bildiğiniz yuvarlak meydanlardan
değil. Etraftaki evlerin önleri kırmızı pembe çiçeklerin olduğu saksılarla
süslenmiş, şirin bir meydan.
Şifreyi kırmak için gidilecek bir yer daha var, “Pantheon”.
Pantheon’un ön cephesi tadilatda olduğundan tam olarak göz zevkimizi giderdiği
söylenemez ama içerisi gayet mistikti. Bu daire şeklindeki tapınak tüm tanrılar
için Antik Romalılar tarafından 7. Yüzyılda yapılmış . Günümüzde de kilise
olarak hizmet veriyor. İçindeki mezarlardan, en bilindik isim sanırım ressam Rafael’e
ait olan.
Pantheon'un ilginç tavanı |
İşte yine dönüş zamanı. Floransa’da trene yetişme
maceramızda olduğu gibi bu sefer de havaalanı trenine yetişmek için koşturduk.
Tek aklımızda kalan “gelato” yani dondurma yiyememek oldu. Boğazımızın
şişmesinden korktuk. Yaz olsaydı affetmezdik renk renk, çeşit çeşit
dondurmaları!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder