Rodos... Bu koskocaman adanın hakkını vermek için
günübirlik bir gezintinin ve birkaç saatin yeterli olmayacağını önceden
düşünmeliydik. Eylül’ün ilk günü Datça’ya gitmek için yola çıkmıştık. Beş gün
boyunca bir plajda boylu boyunca uzanıp sadece güneşlenmek ve denize girmek
bize ters, en azından bu zamanlarımızda. =) İlla ki başka yerlere de gitmeli,
başka insanları da görmeliyiz. İşte bu yüzden Datça’ya gelmeden önce Rodos için
katamaran biletlerimizi satın aldık.
Rodos Turist limanı |
Vizemiz de olduğu için bununla ilgili ekstra
bir masrafa girmek zorunda kalmadık. Yoksa gümrük kapısında da vize alabiliyorsunuz
ama fiyatı normal vizeyle aynı, üstelik sadece adalarda geçerli. Pek de
mantıklı gelmiyor. Ama ne olursa olsun günübirlik vize alanlar da vardı.
uyarı! |
Yunanlılar Türk olduğumuzu anladıklarında amma da ilgi
gösterdiler. Hemen Türkçe konuşmaya başlamalar, hal hatır sormalar. İnsan iki
arada bir derede kalıyor. Bizi seviyorlar mı? Sevmiyorlar mı? Nötrler mi?
Sadece turist=kazanç kapısı gibi gördükleri için mi bu davranışlar? O kadar çok
doldurulmuşuz ki hep düşmanlık hikayeleriyle, ilk başta yadırgadık.. biraz
zaman geçince alıştık ve kabullendik.
sokak arası... |
Limandan ayrıldıktan sonra tam olarak ne yapacağımıza
karar verene kadar biraz zaman geçti. Aslında Lindos’a da gitmek istiyorduk ama
zaman en büyük düşmanımızdı. O yüzden bir gezi otobüsüne binip güzergahındaki
yerleri görmeye, sonra da merkezde dolaşmaya karar verdik.
Hemen liman kapısının önündeki bir dükkanda, sıcaktan
bunalmış bir abla otobüs biletleri satıyordu. Tüm gün geçerli indi-bindi
yapabileceğiniz otobüs bileti yanlış hatırlamıyorsam, kişibaşı 8 Euro idi. Kalabalık
otobüse Turist Limanı durağından binip üst kısmına oturduk, püfür püfür
rüzgarda yolculuk başladı. Kulaklıklardan geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgiler
de yayınlanıyordu, anlaması biraz zor olsa da.. Sahilden marinayı geçip, şehrin
sokakları arasına daldık. Tırmanışa geçip düzlüğe vardıktan sonra artık Akropolis’teydik.
Eski Yunan şehirlerinde, şehrin yanıbaşındaki yüksekliklere Akropolis denirmiş.
Rodos Akropolis’inde şehre göz kulak olan Apollo Tapınağı, stadyum ve ufak bir
tiyatro bulunuyor.
Akropolis |
Marina kapısı |
Şehrin surları |
Hipokrat Meydanı |
Sokrates caddesi ve cami |
Greek Coffee Pots ?? bir ihtilaf konusu! |
Şövalyeler sokağı ilginç yerlerden biri. Adı karizmatik, dar bir koridor gibi. Eskiden şövalyelerin takıldığı hanlar burada diziliymiş yanyana. Şimdilerde bu binalar genellikle işyerine çevrilmiş. Sokağın bir ucu Grand Master’s (Büyük Ustalar) Sarayı’na çıkıyor.
Şövalyeler Sokağı |
Biz sarayın içine girmedik, sadece avlusunda biraz yürüdük, gölgesinden faydalandık. Saray, 1309-1522 yılları arasında adada yaşamış şövalyeler tarafından inşa edilmiş. Osmanlılar adayı ele geçirince burayı kaleye çevirmişler. Sokağın diğer ucu da Bacardi Breezer satılan minicik bir bakkala çıkıyordu ki bu bizi daha mutlu etti.. O sıcağın alnında tropik limonlu breezer gitmez de ne gider ki? =)
Bacardi’ler elimizde yürürken, Yeni Çarşı’ya uğradık. Dış
duvarları güzel dekore edilmiş ama içeride eski günlerinden pek eser kalmamış
sanırım ki. Her yerinden restoranlar, dönerciler fışkırıyordu.
Yeni Çarşı'nın giriş kapısı |
Yeni Çarşı’dan çıkıp tekrar eski şehre girdik. Hangi
restorana gireceğimizi seçmek zor oldu. Aslında aklımızda bir yer vardı ama
orayı arayıp dururken, aslında oranın çoktan kapandığını öğrendik, işimizi
şansa bıraktık. Neyse ki Odyssey restorana girmekle şanslıydık, hem yiyecekler hem çalışanlar konusunda. İlk
defa yurtdışında bir restoranda yaprak sarma, börek falan görünce menüde, insan
tabi afallıyor, bunu bilerek gitmesine rağmen. Tabi ki kalite kontrol yapmak
için tanıdık lezzetlerin de dahil olduğu bir sipariş verdik.
güzel sofra! |
Musakka da vardı
ama bildiğimiz musakkadan değil. Tamam içinde patlıcan var ama daha çok fırında
makarnayı andırıyordu sunum ve lezzet açısından. Yaprak sarma zeytinyağlıydı
ama soğuk değildi. Zeytinyağı gezdirilmiş beyaz peynir ve çok leziz bir zeytin
ezmesi. Hepsine tabi ki uzo eşlik etti.
Musakka |
Yemeğimizi yemiş mutlu mesut otururken artık dönüş saati
yaklaştığından kıpırdattık bacaklarımızı ağır ağır, doğrulduk yürüyüş için. Yol
üstünde rastladığımız sokak kedileriyle oynayıp (daha çok Tal yaptı tabi bunu)
şimdilerde geyik heykellerinin bekçilik ettiği Mandraki limanının ağzına doğru
yürüdük.
Geyikler yerine bir zamanlar burada dünyanın yedi harikasından sayılan
Rodos Heykeli varmış. Gemiler 32 m uzunluğundaki Yunan Tanrısı Helios’un
heykelinin bacaklarının altından geçerek limana giriyormuş. Heykelin sadece bir
efsane olduğuna dair görüş ve inanışlar da mevcut ama kimbilir...
bir zamanlar burada yükseliyormuş meşhur heykel! |
Mutlu ayaklar... =) |
Pasaport kontrolü ve salaş Duty Free’de gezindikten sonra
tekrar katamarandaydık. Bütün gün güneşi yemiş bünyem dayanamadı ve vatana geri
dönüş yolculuğu boyunca baygın halde uyudum.
Sonuç; Rodos’ta bir araba ya da motorsikletle takılmalı
ve en az 3-4 gün kalmalı. O zaman buranın tadı daha iyi çıkar! ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder