KRAKOW
Viyana treninden indiğimizde resmen sabahın körüydü. Saat
9’daki “Wieliczka Tuz Madeni” turuna yetişebilmek için bir an önce otele
gitmeliydik. Ama ondan önce kahvaltı etmeli ve ertesi sabahki Varşova treni
biletimizi postaneden teslim almalıydık. Planlarımızı düşündüğümüz saatlere göre
gerçekleştirmemizi engelleyense Tal’ın bavulu oldu. Bavulun çekçeği yerinden
çıkmaz oldu. Evet çok devasa değil, insan elinde de taşıyabilir. Ne var ki
içindeki ağırlıkla beraber trene/uçağa yetişmeye
çalışırken, merdiven çıkarken vs gayet sıkıntı verebiliyor. Tren istasyonunun
önündeki meydanda Tal bavula el attı, içinde ne var ne yok boşalttık. Uğraştı
durdu ama nafile! Çekçek ben çıkmayacağım dışarı diye diretti!
|
Tal'ın bavulla imtihanı! |
İstasyonun
yanındaki büyük alışveriş merkezi “Galeria
Krakowska” yolları gözükmüştü bize böylelikle. Akşam zaman yaratıp oraya
mutlaka uğrayacaktık. Kahvaltıyı ayaküstü edelim dedik. Simitçi teyzeden
simitler, bir de yanına istasyondaki küçük cafeden iki çay. Hem kendimizi hem
de güvercinleri besledik. Canayakın güvercinler hiç çekinmedi bizden, dibimize
kadar girdiler. Elimize kolumuza konup durdular.
|
rahat mı rahattı güvercinler! |
Kahvaltının bitiminde,
Krakow-Varşova treni biletlerimizi teslim aldık. Aslında internetten satın
almıştım biletleri önceden, ama elektronik bilet diye bir şey yok. Postaneden pasaportumu
göstererek adıma bir zarf teslim aldım, içinde Varşova’dan gelen biletlerimiz
vardı. İstasyon civarından ayrılıp son
hız otele doğru yürüyüşe geçtik. Çekçeksiz bir bavulla Tal’ın işi epey zordu. Bir
de otel gizli saklı bir yerlerde olunca, bulmamız zaman aldı. Maden turunu otel aracılığıyla
ayarlamıştım gelmeden. Sempatik resepsiyonist kız muhtemelen turu
düzenleyenlerle telefon görüşmeleri yaptı. Diğer katılımcılarla beraber bir
minibüse binip çıktık yola.
|
Wieliczka Tuz Madeni |
“Wieliczka” yaklaşık 700 senelik geçmişe sahip çok eski
bir tuz madeni. Günümüzde maden olarak işlevi eskisi kadar değil. Rehberin
söylediğine göre artık turizm tuzdan daha çok
gelir getiriyor! Doğru da sayılır herhalde. 1978’den beri UNESCO Dünya
Mirası listesinde yer alan bu yeri yılda yaklaşık 1 milyon turist ziyaret
ediyormuş. 1945’den bu yana ise toplamda 36 milyon kişi ziyarete gelmiş. Çok
yüksek bir rakam ve insan içeri girip derinlere doğru inmeye başladıkça bu
ilginin sebebini anlıyor.
|
bitmeyen merdivenler... |
Öncelikle dümdüz aşağı madenin başladığı yere inmek için
350 basamak indik. Ahşap merdivenden döne döne. Zaman zaman da önümüzdeki
kalabalığın dağılmasını bekledik. Rehberimiz kışın ilkokul öğretmenliği
yapıyormuş. Sürekli “Aman arkada kalmayın, çıkış yolunu bir tek ben biliyorum,
yoksa kaybolabilirsiniz!” şeklinde grubu şakayla karışık uyardı. Kaybolmak
mümkün mü? Mümkün tabi ama sadece belirlenen yolları takip etmeyip macera
ararsanız.
|
130 metre yerin altında! |
Sonuçta biz sadece 135 metre derinliğe ve 3. katmana kadar inecektik.
Oysa madenin en derin yeri 327 metre ve 9 katman var. Ayak bastığımız yerler
kara kara taşlar gibi duruyordu ama aslında tuzun üstünde yürüyorduk. Bunu da
rehber elindeki feneri alıp taşlara tutunca fark ettik. Kristal gibi içerisi
gözüküyordu. Tuz olduğuna inanmıyorsak duvarları yalayabileceğimizi de ekledi.
=) Bazı yerlerde irili ufaklı patlamış mısır taneleri yapışmış sanki tavana,
duvara. Hepsi tuz ve biz tuzdan koridorların içinde yürüyorduk resmen.
|
patlamış mısır gibi duvarlardan fışkıran tuzlar |
Madenciler eski zamanlarda hiç gün yüzü görmeden uzun
süreler burada çalışmak durumunda kalıyormuş. Bu yüzden burası evleri gibi
olmuş. Yatakhane, yemekhane, ahırlar ve şapeller var içeride. Hatta burada
doğup, hiç dışarı çıkmadan burada ölen atlar bile varmış. Turistlerin
ziyaretine açılmış 20 oda bulunuyor. Azize Kinga, madendeki en önemli
figürlerden ve en büyük oda/şapel de ona adanmış. Aslen bir Macar prensesi olan
Kinga, rivayete göre tuz madenini bulan kişi. Polonyalılar onu gerçekten çok
seviyor ve ona değer veriyor. Şapel madendeki en büyük dini bölüm. Duvarda yine
tuzdan Leonardo Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tasvir edilmiş. Papa heykeli, tuzdan
büyük avizeler, vs. Tüm bu şapel Polonyalı maden işçileri tarafından oyulmuş.
İşçilerin sanatsal bakış açıları da muazzammış.
|
temsili maden işçileri ve atlar |
|
Azize Kinga şapeli oldukça görkemliydi! |
Diğer bir önemli oda da Kopernik’e adanmış olandı. Odanın
ortasında dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü açıklayan Polonyalı
astronoma ait tuzdan bir heykel duruyor.
|
Kopernik heykeli |
Madenin içinde bir de sağlık merkezi kurulmuş. Buranın
havası çok temiz ve alerjenlerden uzak, ayrıca sabit bir sıcaklık var. Astım,
alerji ya da solunum yolu problemi çeken hastalar tedavi için buraya
geliyormuş. Bu arada içeride sigara içmek ve açık ateş yakmak yasak. Ayrıca
fotoğraf ya da video çekmek istiyorsanız örneğin Kinga şapelinin girişinde
oturan görevli abiye para ödemeniz gerekli.
|
avizeler bile tuzdan! |
Koridorlarda yürürken masaldan fırlamış yedi cücelerle de
karşılaştık. Tuzdan heykelleriyle ait oldukları yerdelerdi işte. Çıkışa
yaklaşırken 9 metre derinliğiyle en derin tuz gölünün de yanından geçtik.
Karanlıkla beraber korkunç gözüktüğünü söylemek yersiz sanırım. Başka bir gölde
sandalla gezinti yapılabiliyormuş birkaç sene öncesine kadar. Maalesef bir kaza
meydana gelmiş ve gezintiye çıkmış birkaç kişi boğulmuş. O zamandan beri de
gezintiler yasaklanmış.
|
yedi cücelerle karşılaştık... |
|
sandalla gezinti sırasında burada boğulanlar olmuş |
Karnınız acıkırsa Varşova Odası’nda bir cafe de var.
Burada ayaküstü bir şeyler yiyebilirsiniz. Mesela “Zapiekanka”. Genişçe bir
baget ekmeği üzerinde erimiş kaşar ve mantar. Afiyetle yedik. Başka çeşitleri
de varmış. Ispanaklı, tavuklu, domuz etli, vs. Bu odada başka etkinlikler de
düzenleniyormuş, konserler, toplantılar...
|
zapiekanka pide gibiydi |
Yukarı çıkmak için merdivenleri kullanmayacağımızı
duyduğumuza sevindik. Ama bineceğimiz asansörü görünce de yürüse miydik
acaba diye aklımızdan geçmedi değil. Dar ve sıkışık bir ortam. Bir an önce gün
ışığı görmek istiyor insan. Ya asansör bozulursa n’aparız o karanlıktaa? En iyisi
hiç düşünmemek ve durduk yerde bol bol kahkaha atmak! Neyseki asansördeki herkes aynısını
yapıyordu. =) Bir dakika geçmeden yeryüzündeydik yine şükür ki. Günümüzde de
madencilerin kolay bir hayatı olmadığını biliyoruz, ama o eski zamanlardaki
şartlarla imkansızı başarmışlar.
|
madenden çıkarılan kaya tuzu |
İyi ki sabah gelebildiğimiz en erken zamanda gelmişiz. Dışarısı
bayağı kalabalıklaşmış, içeri giriş kuyruğu uzamıştı.
Dönüşte şoför abiden bizi “Schindler’in
Fabrikası”na en yakın yerde indirmesini istedik. Yolu tarif etti ama tam olarak
neresi olduğunu bulana kadar biraz karıştırdık yolları. =) Filmden de hatırlarsanız
Oskar Schindler II. Dünya Savaşı sırasında fabrikasında iş sağladığı birçok
Yahudi’nin hayatını kurtarmıştı. İşte bu fabrika müzeye çevrilmiş durumda. Biz müzenin
içine girmedik, çok kalabalıktı. Sadece giriş kısmını biraz dolaştık o kadar.
“Kim bir hayat kurtarmışsa, dünyayı tümden kurtarmıştır.” Bu söz Schindler’e
ithafen fabrikanın duvarındaki plakaya yazılmış.
|
Schindler |
|
Vistula'nın üstünde |
Tekrar şehir merkezine dönerken
Vistula nehrinin üstünden karşıya geçip “Kazimierz”e yani Yahudi mahallesine
göz attık. Krakow’un geneline baktığınızda çok eski ve kadim bir şehir olduğu
anlaşılıyor. Burası Varşova’dan önce Polonya’ya yüzyıllar boyunca başkentlik
yapmış. Şehrin bazı kesimlerinde karanlık bir hava hakim, Kazimierz, Podgorze
gibi. Krakow 1978’den beri UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeymiş.
|
Kalenin içindeki Katedral farklı mimari akımlardan etkilenerek yapılmış |
Kaleden çıktıktan sonra
ağaçlıklı dümdüz bir yoldan eski şehir – stare miasto- merkezine doğru aheste
aheste yürüdük. Yorulmuştuk ve atıştırmak için aldığımız patates
kızartmalarının da etkisi geçiyordu herhalde. Ağaçlıklı yoldan merkezdeki ana
meydan “Rynek Glowny”ye çıkan uzun alışveriş caddesi “Grodzka”ya saptık.
Buralar tam anlamıyla şehrin turistik bölümleri. Başta hediyelik eşya
dükkanları olmak üzere diğer dükkanlar yanyana dizili. Cadde boyunca yürüyüp
merkeze yaklaştıkça havamız da değişmeye başladı. Bunun en önemli sebebi
şüphesiz etrafın güzelleşmesi oldu. Güneş yüzünü göstermeye başladı.
Viyana’daki gibi burada da faytonla tur atabilirsiniz. Hem atlar hem de
arabalar daha güzeldi Viyana’dakilere göre. Daha asillerdi sanki, belki de
beyaz renk olduğu için.
Rynek Glowny gerçekten Avrupa
şehirleri içindeki en büyük meydanlardan biri herhalde. Her tarafta çiçekçiler,
sokak sanatçıları, kenarlarda kalabalık kafeler. Ortada “Sukiennice” ve bir
köşede gotik “St. Mary Katedrali”. Gözümüze kestirdiğimiz bir kafeye kapağı
atıp, soğuk Polonya biralarımızı sipariş verdik.
|
Tyskie!!! |
O güne kadar içtiğim en leziz
birayı içtim, “Tyskie”! =) Tam önümüzde bir de gösteriye başlayınca sokak
dansçıları “değmeyin keyfimize” moduna girdik.
|
cafede otururken Rynek Glowny manzarası, solda dansçılar hazırlanıyor |
Yan masaya pek kibar bir amca
elinde kırmızı bir gülle geldi. Gülü masada oturan kadına verip karşılığında
tek bir sigara istedi. Pek karşılaşmadığımız ilginç bir durum. Kafede oturup
tembellik yapmak çok hoşumuza gitmişti.
Sabahtan beri tam gaz koşturmuşuz ve farkında olmadan da epey yorulmuşuz. Geyik
yapıp, etrafı seyrederken bir anda bir trompet sesi duyunca kafamızı St.
Mary’nin kulesine çevirdik.
|
Trompetçi |
Efsaneye göre şehir 13. Yy’da Tatarlar tarafından
saldırıya uğradığında Tatar bir okçu trompetçiyi insanları uyarmak için çaldığı
şarkının tam ortasında boğazından vuruvermiş. O yüzden günümüzde her saat başı
çaldığı şarkı tam o noktada kesiliyor.
|
St. Mary ve Sukiennice |
Trompet ziyafetinden de sonra
Sukiennice’ye uğrayıp artık otele geri dönmeye karar verdik. Akşam yemeği için
meydanda gördüğümüz Hard Rock Café’de yer ayırttık. Geçmişi 14. Yy’a uzanan
Sukiennice bir nevi Kapalıçarşı-Mısır çarşısı. Orijinali 16. Yy’da yanıp kül
olmuş. Bugün gördüğümüz Rönesans dönemine göre inşa edilmiş hali. Tüccarların
buluşma boktası olan bu yerde şimdilerde yine hediyelik eşyalar, el işleri,
tahtadan aksesuvarlar satılıyor. Hemen pazar binasının yanındaysa eski belediye
binasının ayakta kalan son bölümü kulesi duruyor.
|
Sukiennice'nin içi |
Otele giderken bulutlar yine
kararmaya başlamıştı. Acayip yoğun bir yağmur geliverdi beraberinde.
Çatıkatındaki odamızdan yağmuru seyredip biraz da ayaklarımızı dinlendirdikten
sonra akşam yemeği için dışarı çıktık. Neyse yağmur yine durmuştu. Hard Rock’ta
hamburgerler mideye indirildi ve bu sefer bir başka Polonya birası “Zywiec”
denendi. Ama “Tyskie” hala favori!
Zaman kaybetmeden “Galeria
Krakowska” ya gidip çekçekli bir bavul almalıydık. Bir de ertesi sabahın kahvaltısı için
sandviç, içecek, vs. Sabahki tecrübe göstermişti ki merkez istasyon -“Krakow
Glowny”de kahvaltı için pek seçeneğimiz olmayacaktı. Alışveriş merkezine
giderken bindiğimiz tram bilmediğimiz yollara saptı, muhtemelen kayboluyorduk
ki akıl edip indik ve ters yönden gelen diğer bir trama binebildik. =)
Merkezin
kapanışına 1 saat falan vardı. İçeri girince şaşırdık aslında. Nüfusu 1
milyonu bulmayan bir şehir için fazla büyük bir yer. Sağa sola yukarı aşağı
koşturduk durduk. Sonunda bir köşede çanta ve bavul satan bir dükkan ilişti
gözümüze. Satıcı ablayla sadece el kol hareketleriyle ve mimiklerle anlaşarak
İstanbul’dakinin neredeyse yarı fiyatına ve gayet kaliteli bir bavul aldık.
Neye niyet neye kısmet. Önceden İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz istediğimiz gibi
bir bavul bulma çalışmalarının burada sonuçlanacağı 40 yıl düşünsek aklımıza
gelmezdi. =) Son hedef yiyecek bulmaktı. En üst kattaki devasa Carrefour’a
attık kendimizi ve üstlerindeki yazılardan hiçbir şey anlamayarak ekmek, krem
peynir, meyve suyu aldık.
Artık tek duamız sabah çook
erken saatteki Varşova trenine yetişebilmekti. Cidden çok erken bir saat -
05:47. Yetiştik neyse ki ama tabi Krakow’dan koşar adımlarla uzaklaşmak zorunda
kalarak. =)
Krakow-Varşova treni
Krakow’dan Varşova’ya gitmek
yaklaşık 3 saat sürüyor. Tren biraz eskice. Koltuklar süper rahat değil. Biletimizde
yer rezervasyonu yoktu. Tal’la yanyana oturabilmek için ters gitmek zorunda
kaldık. Aslında uyanık olup koştura koştura girmek lazımdı yer kapmak için
kalabalık trende. Sandviç hazırlama çabalarım sonuç verdi. En azından ben tok
karna uykuya daldım. Tal ise direkt! =) Sonuç itibariyle güzergah ve manzara
hakkında pek yorum yapamayacağım. Uykunun tatlı kollarındaydık çünkü. =)
|
tren gelir hoş gelir... =) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder