17 Ağustos 2020 Pazartesi

BU SEFER MEERSBURG ve KONSTANZ, ALMANYA’YA...

Meersburg

Legoland sonrası durağımız Avrupa’nın göbeğinde sayılabilecek ve tam üç ülkenin, Almanya-İsviçre-Avusturya, ortak sınırı olan Konstanz (nam-ı diğer Bodensee) gölüne sahip şehir olan Konstanz’dı. Aslında Meersburg’u da duraklarımızdan biri olarak saymak gerek. Konaklama ücretleri Konstanz’a oranla daha uygun olduğundan gölün kuzey yakasında yer alan Meersburg’da bir daire kiraladık. İyi ki de öyle yapmışız. Bu sayede aslında Almanya’nın birçok turistik rotasından biri olan "German Framework Road"un üyesi olan bu sevimli ve tarihi şehri de görebildik. Meersburg’a gece çok geç saatte varabildik. Bu sebeple ertesi gün gezintilere başladık.

Göl üzerinden Meersburg'a bakış




Sabah uyanıp da pencereden bakınca kaldığımız evin buranın meşhur üzüm bağlarının hemen kenarında olduğunu fark ettik. Zaten önümüzdeki binada da sanırım bir şarap mahzeni ya da satış dükkanı vardı. Meersburg epey yokuşlu, söylemeden edemeyeceğim, hazırlıklı olun. Eski şehir merkezi tam bir Ortaçağ kasabası olarak korunmuş. Dar sokaklar, kırmızı kiremitli, tahta sütunlu, taş evler. 



Bodensee’yi çok güzel bir şekilde kuşbakışı olarak görmek için Meersburg Kalesi’ne gitmek yeterli. Biz kalenin içini ya da müzesini gezmedik. Sadece seyir terasından gölü seyre daldık. 


Bodensee - Konstanz gölü

Vee yokuşlar yokuşlar, inerken iyi de akşam dönüşte nasıl tırmanacağız diye hiç düşünmemiştik inerken... : ) Yokuş aşağı sahile doğru ilerlerken sağlı sollu birçok hediyelik eşya dükkanı da gözünüze çarpacaktır. Sahilde de restoranlar, cafeler, dondurmacılar ve şarap restoranları var. Biz akşam uğrarız diye düşünerek sahildeki yürüyüşümüze devam ettik ve Konstanz’a geçmek için teknelerin kalktığı noktaya vardık. Bizim amacımız sadece karşı kıyıya geçmekti ama anladığım kadarıyla gölde düzenlenen turistik turlar da mevcut. Daha uzun kalınacaksa denenebilir.




Konstanz

İstanbul’daki yağmurlu ve serin havaya karşılık, biz şanslıydık. Ilık ve güneşli bir sonbahar günü geçiriyorduk.  Tekneyle yolculuğumuz yaklaşık yarım saat sürdü ve bizi limanın girişindeki heybetli Imperia heykeli karşıladı. 9 metre yükseklikteki Imperia bir elinde Papa’yı bir elinde kralı tutuyor, (her ne kadar heykeltraş Peter Lenk öyle olmadıklarını iddia etse de) ve ikisine de hükmediyor. İronik bir çalışma…

Konstanz limanı


Tekneden indikten sonra göl üzerindeki “Mainau” adasına gitmek için otobüse bindik. Burası bir botanik bahçesi aslen, çiçek adası da deniyor. İçeride kafeler, parklar, çeşitli dükkanlar da var. Ama bilmediğimiz bir şey varmış ki, giriş ücretliymiş ve biraz da yüksekmiş hatta ücret. Kişibaşı yetişkin 22 Euro, öğrenci 13 Euro, 0-12 yaş ücretsiz. Biz o kadar para vermek istemedik açıkçası, onun yerine direkt şehri gezer, göl kenarında yürürüz diye karar aldık. O sebeple tekrar otobüse binip gerisin geri şehir merkezine döndük.

Eski şehir merkezi cıvıl cıvıldı. Oktoberfest zamanı olmasının da etkisi yadsınamaz. Akşamüstü hele, insanlar haldır haldır bira çadırlarına koşturuyordu. Eski evlerin arasında dar sokaklarda yürüdük bol bol. Evlerin ve sokakların güzelliğini ve nostaljikliğini kelimelerle anlatmak zor, fotoğraflar bu konuda daha yapıcı.





Yorulduğumuzda önce bir açıkhava festivalinin banklarında, sonrasında da dondurmacıda mola verdik. Sokak yemekleri her zaman iyi gidiyor, hele bir de canlı müzik varsa! 




Lezzetli molaların ardından Münster Katedrali’ni görmek için Münsterplatz’a doğru yürüdük. Yapımı neredeyse 700 yıl sürmüş olan bu katedralin tepesine çıkarsanız göl ve Alpler manzarasına şahit olabilirsiniz. Biz katedralden çıktıktan sonra bir de parkta oyun molası verdik tabi ki. :) Ozi’nin tuvaleti gelince hemen parkın yanındaki bir restoranın wc’sinden yararlandık. Sağolsunlar restoranda oturmamamıza rağmen wc’yi kullanmamıza izin verdiler.


Arkada Münster Katedrali


Sonrasında merkezden yavaşça ayrılıp bu defa göl kenarındaki parklarda gezintiye çıktık. Kuğuları ve ördekleri besledik. Gölde sürekli devriye gezen sınır polisine ait tekneyi gördük. Bir de tabi gölün üzerinde gezen zeplini. Zeplin, Konstanz gölünün kenarındaki diğer bir şehir olan Friedrichshafen’da icat edilmiş. Hem reklam amaçlı, hem de gezi amaçlı kullanılıyor.

Konstanz semalarında sürekli bir zeplin süzülüyor....

Gölde sınır polisi devriyede


Limana geri döndükten sonra Imperia heykelinin yanına gitmek için iskeleden yürüdük. Heykel yakından daha da heybetli. En son da yayan olarak bir İsviçre’ye girip çıktık. :) Göl kenarındaki ana caddeden yürüyüp tren istasyonunu geçtikten sonra İsviçre’ye girmiş oluyorsunuz. Ayrıca sınır boyunca sanat sınırı- art border diye bir atraksiyon da yapılmış. Sınırın çeşitli noktalarında heykeller dikili, bizim geçtiğimiz noktada Universe-Evren heykeli vardı. Denilene göre, İsviçre daha pahalı olduğundan insanlar Almanya tarafına geçerek alışveriş ihtiyaçlarını gideriyormuş. :)


Imperia

Bir adımda İsviçre...

Meersburg’a en son kalkacak tekne saatini yanlış hatırladığımızın farkına varınca, İsviçre’den dönüşümüz epey hızlı oldu! Biraz koştura koştura neyse ki yetiştik. Akşam yemeğini Konstanz’da yeriz diye düşünüyorduk ama bunun yerine Meersburg’da göl kenarındaki bir İtalyan lokantasında balık ve makarna yedik. Yokuş yukarı tırmanışa geçmeden önce sahildeki “Winzerverein Meersburg EG” den (Meersburg Şarap Üreticileri Derneği gibi bir manaya geliyor) şarap satın alırken, Ozi de Anıl abisine yine dondurma aldırmayı başarmış. :) Dernek aynı zamanda bir şarapevi.


Böylelikle bir gezimizin daha sonuna gelmiştik. Ertesi sabah yolculuk Stuttgart’a doğruydu. Biz oradan uçağımıza binip İstanbul’a döndük, Derya ve Anıl’da Frankfurt’a devam etti.

Hiç yorum yok: