Dettifoss
Bir önceki Kuzey İzlanda yazımda belirttiğim
üzere “Dettifoss” Şelalesi aslında adanın kuzeydoğusunda. Krafla’dan
ayrıldıktan sonra bu şelaleye uğrayıp uğramama konusunda biraz tereddütlüydük.
Anayoldan bayağı içeri sapmamız gerekiyordu ve yolun durumundan emin değildik.
“Malbik endar” vakası yaşamak istemiyorduk. Sonunda merakımıza yenildik. Ne de
olsa Avrupa’nın en güçlü şelalesini görecektik. Google maps Krafla-Dettifoss arası yolu yaklaşık 1 saat 15 dk
gösteriyordu.
Yolun son yarım saatinde Ozi uykuya daldı. Dettifoss’un araba
park yerine geldiğimizde halen uyanmamıştı. O kadar yorgundu ki uyandırmaya
kıyamadık onu. Tal’la dönüşümlü olarak şelaleyi görmeye gitmek için anlaştık.
Önce Tal çıktı ama gidip dönmesi neredeyse 1 saati buldu. Onun üzerine 1 saat
daha gecikemezdik, ben de gitmekten vazgeçtim. Bu sebeple şimdi sözü Tal’a
bırakıyorum. Buyurun onun kaleminden Dettifoss:
“Eşimi ve minik Ozi'mi araçta bırakıp tek başıma
Vatnajökull Milli Parkı içerisinde bulunan ve Avrupa'nın en güçlü şelalesi olarak
bilinen Dettifoss şelalesini görmek için tabelaları izleyerek hızla yürümeye
başladım. Bu yolu en fazla 10 dakika sürecektir diye tahmin ediyordum ancak
olabilecek en hızlı adımlarla bile otoparktan şelaleye yaklaşık 25 dakika
sürüyor. Tabi bunun bir de fotoğraf çekim sürelerini dönüşünü hesaplayınca
toplamda 1 saati geçiyor. Amacım çabucak görüp tekrar araca dönmek ve Den'i
şelaleye yollamak olduğu için ben sadece en tepeden genel birkaç kare fotoğraf
çekip geri döndüm. Aslında kanyonda da keyifli yürüyüş rotaları mevcut.
Dettifoss için yürürken yol gösterici tabelalarda bir
diğer şelalenin daha adı mevcut, Selfoss. Ben ona kadar yürümedim, ama
dilerseniz onun oklarını da takip ederek buradayken biri küçük biri büyük 2
şelaleyi birden görme imkanınız var.
Dettifoss - Selfoss ayrımı |
Şelalenin yolu ilk başlarda normal bir patika olarak
başlıyor, ancak şelalenin bulunduğu kanyona yaklaştıkça kendimi büyük kayaların
üstünde yürürken buldum. Bu kısım oldukça yorucu ancak bir o kadar da keyifli,
zira daha şelaleyi görmeden o gürül gürül akan suların sesini duydum, sıçrayan
suların yağmur misali yüzüme gelişini hissettim. Bu sular o kadar çok ki ilk
başta gerçekten de yağmur başladı sanmıştım. Daha sonra kanyona ulaştım ve o
enfes manzaraya bakakaldım. Gerçekten de orada öylece durup sadece izlemek
istedim. Harikulade bir manzara vardı karşımda;
Dettifoss |
Doğanın muazzam gücü, sesi ve
güzelliği aynı karede! İnsan hakikaten bakmaya doyamıyor. Şelale 100 metre
genişliğinde ve suları da 44 metre yükseklikten Jökulsárgljúfur kanyonuna
düşüyor. Güneş ışığı ve doğru açı sayesinde kanyonda sürekli olarak
gökkuşağı görmek de yüksek ihtimal.
Dikkat edilmesi gerekenler:
(1) Kanyonda şelale ve Jökulsá á Fjöllum nehri boyunca
uzanan patikalarda yürüyüş yapacaksanız mutlaka ve mutlaka su geçirmez kıyafetleriniz
üstünüzde olmalı. Ayrıca zemin hep ıslak ve hatta bölge bölge yosunlu. Kış
aylarında ise buzlanma da sık görülüyor. Dikkatli yürümekte fayda var.
(2) İzlanda'daki çoğu büyük şelalede olduğu gibi
burada da doğal hayatı korumak ve ziyaretçileri rahatsız etmemek adına drone
uçurmak yasak. Zaten kanyon boyunca oldukça sert ve sulu bir rüzgar sebebiyle
drone'lar için pek de uygun olmayabilir.”
Ben de onu beklerken etrafı izledim.
Park alanı gerçekten çok kalabalıktı. En çok dikkatimi çeken ve hoşuma giden
tam yanımızda camper- van’leriyle hareket etmek için hazırlık yapan maceracı ve
sevgi dolu yaşlı çift oldu. İnşallah Tal ve bende emekliliğimizde tekrar
geliriz buraya da, bir karavanla ya da camper-van ile yine gezeriz. J
Egilsstadir
Şelaleden saat 16.00 gibi ayrıldıktan
sonra, Doğu İzlanda’nın en büyük şehri “Egilsstadir”e ulaşmak için yaklaşık 2,5
saatlik bir yol gitmemiz gerekliydi. Mola vermeden yola devam ettik. Çünkü
akşam kalacağımız Holabrekka’daki otelin check-in saatini kaçırma endişemiz
vardı yine. J
mini Boğaz Köprüsü! |
Doğu’nun en büyük şehri dediysem,
heyecanlanmayın hemen. Nüfusu 2016 itibariyle sadece 2306’müş. J Şehir Lagarfljót
nehrinin ve gölünün yanına kurulu. Göl, İskoçya’nın Loch Ness’i gibi tektonik
bir göl.
Lagarfljot gölü |
İzlanda’nın ilk ulusal ormanı, Hallormsstaðaskógur da bu bölgede.
Eskiden ülkede en çok yetişen ağaçlar huş ağaçlarıymış. Ancak ilk
yerleşimciler, tarım ve hayvancılık yapabilmek için ağaçları kesip, koyunlar da
tüm kökleri yiyince ağaçlar gitgide azalmış, erozyon nedeniyle de toprak kaybı
artmış. Özellikle 1950’den bu yana tüm ülke ağaç sayısını yükseltmek için
seferber olmuş. Ama görünen o ki, daha işleri çok çünkü şimdiye kadar ancak
ülkenin yüzde 0.5’ini ağaçlandırabilmişler. Kararlılıkları sayesinde başaracaklarına
inancım tam.
Egilsstadir’deki N1’de yaklaşık yarım
saatlik bir mola verdik. Akşam yemeği saatimiz gelmişti. Sosisli, sandviç, Skyr,
meyve, vb. Ayrıca istasyondaki görevliden rica ederek, telefonlarını kullandım
ve o gece kalacağımız oteli arayıp geç kalacağımızı bildirdim. Otel çalışanı bu
duruma alışıktı sanırım. Anahtarı resepsiyona bırakacağını, oradan alıp odamıza
girebileceğimizi söyledi. Ne mutluluk ve rahatlama!
Öxi
Egilsstadir’i arkamızda bırakıp
Höfn’e doğru yola devam ettik. Dere tepe demeden otlayan İzlanda koyunlarını
izleye izleye gölü geçtikten sonra geldiğimiz yol ayrımında Google maps bizi
“Öxi”ye yönlendiriyordu. Haliyle biz de giriverdik. Nereden bilecektik ki
önümüzdeki bir saat endişe içinde geçecek, yani benim için en azından! J
Öxi, Egilsstadir – Höfn arasındaki
kestirme bir dağ yoluymuş meğerse. Keskin virajlarla dolu, sisli, yol kenarları
karlı, daracık, mıcırlı ve muhtemelen uçurumun kenarında yol aldığınız (ama
bariyersiz) bir yol, “Road 939”! Eğer bu yolu tercih etmezseniz, öbür şıkkınız
“Road 95”e devam edip, kıyı kıyı deniz kenarında ilerlemek. 939’da giderken
benim endişelenmemin en büyük sebebi sisti. Sis görüşü oldukça azaltmıştı.
Sisli Öxi yolu |
Şükür ki, benim aksime arabayı kullanan Tal oldukça rahat ve kendinden emindi.
Yol boyunca, hele de karşı yönden bir-iki defa araba da
gelince, “Yahu nereden girdik bu yola!?” diye söylene söylene bir
hal oldum. Ama en sonunda inişe geçtik. Sis hafif hafif dağılmaya başladı ve
karşımızda denizi gördük.
İşte deniz göründü... |
Dağ yolu sona ermişti. İlk gördüğümüz mola yerine
giriverdik. Bir tahta piknik masası, banklar, bu yolun açılmasını teşvik
eden Hjálmar Guðmundsson’ın anısına bir ufak
anıt ve Folaldafoss – şelalesi. Hafif
çiseleyen yağmur altında biraz dinlendik. Peşimizden birkaç araba daha burada
durakladı.
Folaldafoss şelalesi |
Tekrar 1 numaralı anayola
bağlanacağımız sırada yolun ortasında duran bir karavandan genç biri inip el
kol hareketleriyle durmamızı istedi. Bir meczupu andırmadığı için durduk ve
derdinin geldiğimiz yolla ilgili soru sormak olduğunu anladık. Sahil yolundan
mı dağ yolundan mı gitmek gerektiğine dair akılları karışmış. J Dağ yoluyla
ilgili izlenimlerimizi aktardık, gerisi onlara kalmış.
Hnaukar, Austur-Skaftafellssysla
Sahil yoluna inmiştik artık. Kıyı
kıyı kıvrımlı yollarda yolumuza devam ettik. Arasıra da kıyıdan uzaklaşıp daha
içerilere giriyorduk. Böyle içerilere girdiğimiz zamanlardan birinde, sonunda
yol kenarında meşhuuur İzlanda atlarına rastladık. Tabeleya göre bölgenin adı
“Hnaukar”dı. Fark ettik ki atların gezindiği yer aslında bir çiftlik. Atlarla
tel örgülerin arkasından hoş beş ettik, otlarla onları besledik. J
Çok sevimliler ve bir o kadar da
asil. Sanki sizi hiç umursamaz gibi davranıyorlar ama o yoğun kahküllerinin
altından belli oluyor ki, bir gözleri sizde ve her hareketinizi takip
ediyorlar. Midilliyi andıracak kadar minyon olmalarına rağmen at olarak
sınıflandırılmışlar. Ülkenin çetin koşullarına dayanıklı bu ırkın hiçbir
şekilde bozulmaması için aşırı özen gösteriliyor. Hatta, bunu sağlamaya
yardımcı olmak için ülkede başka ırktan at bulunmuyormuş. Atlardan ayrılmak zor
geldi bize, onlar çekip gitmese daha bile kalırdık yanlarında.
Yol bizi tekrar kıyıya getirdiğinde
tabelada yazana göre bu defa “Austur-Skaftafellssysla” bölgesindeydik, ki burada özellikle mola vermek
istedik. Önünüzde uzanan yola baktığınızda sanki aslında yol yoktu ve gri/siyah
heybetli tepe denizin içine doğru devam ediyordu sadece. Tepeye doğru bakarken
kendimi pek ufak hissettim.
Austur-Skaftafellssysla |
Höfn ve Holabrekka
“Höfn”e varana kadar siyah kumlu
plajlardan, irili ufaklı birçok köprüyü kullanarak fiyordların üstünden geçtik,
gözlerimiz ve ruhumuz bayram etti.
Siyah kumlar... |
Liman demek olan Höfn, güneydoğu bölgesinin
önemli balıkçı kasabalarından biri. Bizim o gece kalacağımız yer Höfn’den biraz
ilerideki Holabrekka’daydı. Saat neredeyse geceyarısı olmuştu, check-in saatini
çoktan geçirmiştik. Battı balık yan gider deyip, anayoldan sapıp Höfn’e dalıp,
burada biraz gezdikten sonra otele gitmeye karar verdik. Hemen şehrin
girişindeki N1’e uğradık. Tal benzin doldururken biz Ozi’yle markete girmeyi
denedik ama burası 24 saat açık değilmiş. Şansa bakın ki, tam biz yürürken
çalışanlar kapıları kilitliyordu.
Höfn Limanı |
Kasaba tabi ki sessiz ve sakindi,
hatta biraz da ıssız. Herkes evine çekilmişti. Sokaklarda kimseyi görmedik.
Zaten hava da soğuktu. Biz de sadece arabayla sokaklarda dolandık, limanına
gittik. Daha doğru düzgün bir saatte varabilseydik keşke. Temmuz ayının ilk
haftasında orada olursanız, Humarhátíð
yani Istakoz Festivali’ne denk gelebilirsiniz. Ayrıca yaz aylarında eski market
binasında “Buzul Sergisi” oluyormuş, ki sadece dışarıdan bu binayı görebildik.
Buzul Sergisi bu binadaymış... |
Höfn’deki gezintimiz yaklaşık 15-20 dakika sürdü.
Holabrekka’ya varmak için yarım saat daha yol gittik. O geceki konaklama
mekanımız birkaç binadan oluşan misafir evi ve çiftlik karışımı bir yerdi.
Üstelik buzul manzaralı! Vardığımızda klübeyi andıran resepsiyon binasının
kapısı açıktı, talimatlar ve odanın anahtarı da bizi bekliyordu. Odamıza
yerleştikten sonra nasıl uykuya daldığımızı hatırlamıyorum bile. Çarşamba
sabahı kahvaltı için resepsiyon binasındaki restorana gittik. Evvelsi gece
bıraktıkları talimatlar ve anahtarlar için görevlilere teşekkür ettik. Ozi’yi
masada oturmaya ikna etmek epey zor oldu. Çünkü açık bir avlu kapısı ve etrafta
da görülecek birçok hayvan vardı. J
Bu misafir evi aynı zamanda bayağı popüler olan buzul
trekking turlarının da başlangıç noktalarından biriymiş. Serayı andıran ayrı
bir binada bu tura katılacak bir gruba bilgilendirme yapılıyor, kıyafetleri
temin ediliyordu. Biz katılmadık ama katılımcıları turların başlangıç noktasına
kadar götüren devasa 4x4 Ford araçlarını inceledik. Bu araçlar bölge şartlarına göre
özel olarak modifiye edilmiş F-150 ve benzeri kamyonetlerden oluşuyor. Özellikle
Ozi ve Tal tabi ki! J Tekrar yola düştüğümüzde artık
yolculuğumuzun son bölümlerine gelmiştik. Güney ve güneybatı İzlanda!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder