18 Mayıs 2018 Cuma

BU SEFER DOĞU İZLANDA’YA...


Dettifoss
Bir önceki Kuzey İzlanda  yazımda belirttiğim üzere “Dettifoss” Şelalesi aslında adanın kuzeydoğusunda. Krafla’dan ayrıldıktan sonra bu şelaleye uğrayıp uğramama konusunda biraz tereddütlüydük. Anayoldan bayağı içeri sapmamız gerekiyordu ve yolun durumundan emin değildik. “Malbik endar” vakası yaşamak istemiyorduk. Sonunda merakımıza yenildik. Ne de olsa Avrupa’nın en güçlü şelalesini görecektik. Google maps Krafla-Dettifoss arası yolu yaklaşık 1 saat 15 dk gösteriyordu. 

Yolun son yarım saatinde Ozi uykuya daldı. Dettifoss’un araba park yerine geldiğimizde halen uyanmamıştı. O kadar yorgundu ki uyandırmaya kıyamadık onu. Tal’la dönüşümlü olarak şelaleyi görmeye gitmek için anlaştık. Önce Tal çıktı ama gidip dönmesi neredeyse 1 saati buldu. Onun üzerine 1 saat daha gecikemezdik, ben de gitmekten vazgeçtim. Bu sebeple şimdi sözü Tal’a bırakıyorum. Buyurun onun kaleminden Dettifoss:
“Eşimi ve minik Ozi'mi araçta bırakıp tek başıma Vatnajökull Milli Parkı içerisinde bulunan ve Avrupa'nın en güçlü şelalesi olarak bilinen Dettifoss şelalesini görmek için tabelaları izleyerek hızla yürümeye başladım. Bu yolu en fazla 10 dakika sürecektir diye tahmin ediyordum ancak olabilecek en hızlı adımlarla bile otoparktan şelaleye yaklaşık 25 dakika sürüyor. Tabi bunun bir de fotoğraf çekim sürelerini dönüşünü hesaplayınca toplamda 1 saati geçiyor. Amacım çabucak görüp tekrar araca dönmek ve Den'i şelaleye yollamak olduğu için ben sadece en tepeden genel birkaç kare fotoğraf çekip geri döndüm. Aslında kanyonda da keyifli yürüyüş rotaları mevcut.
Dettifoss için yürürken yol gösterici tabelalarda bir diğer şelalenin daha adı mevcut, Selfoss. Ben ona kadar yürümedim, ama dilerseniz onun oklarını da takip ederek buradayken biri küçük biri büyük 2 şelaleyi birden görme imkanınız var.
Dettifoss - Selfoss ayrımı
Şelalenin yolu ilk başlarda normal bir patika olarak başlıyor, ancak şelalenin bulunduğu kanyona yaklaştıkça kendimi büyük kayaların üstünde yürürken buldum. Bu kısım oldukça yorucu ancak bir o kadar da keyifli, zira daha şelaleyi görmeden o gürül gürül akan suların sesini duydum, sıçrayan suların yağmur misali yüzüme gelişini hissettim. Bu sular o kadar çok ki ilk başta gerçekten de yağmur başladı sanmıştım. Daha sonra kanyona ulaştım ve o enfes manzaraya bakakaldım. Gerçekten de orada öylece durup sadece izlemek istedim. Harikulade bir manzara vardı karşımda; 
Dettifoss
Doğanın muazzam gücü, sesi ve güzelliği aynı karede! İnsan hakikaten bakmaya doyamıyor. Şelale 100 metre genişliğinde ve suları da 44 metre yükseklikten Jökulsárgljúfur kanyonuna düşüyor. Güneş ışığı ve doğru açı sayesinde kanyonda sürekli olarak gökkuşağı görmek de yüksek ihtimal.
Dikkat edilmesi gerekenler:
(1) Kanyonda şelale ve Jökulsá á Fjöllum nehri boyunca uzanan patikalarda yürüyüş yapacaksanız mutlaka ve mutlaka su geçirmez kıyafetleriniz üstünüzde olmalı. Ayrıca zemin hep ıslak ve hatta bölge bölge yosunlu. Kış aylarında ise buzlanma da sık görülüyor. Dikkatli yürümekte fayda var.
(2) İzlanda'daki çoğu büyük şelalede olduğu gibi burada da doğal hayatı korumak ve ziyaretçileri rahatsız etmemek adına drone uçurmak yasak. Zaten kanyon boyunca oldukça sert ve sulu bir rüzgar sebebiyle drone'lar için pek de uygun olmayabilir.”
Ben de onu beklerken etrafı izledim. Park alanı gerçekten çok kalabalıktı. En çok dikkatimi çeken ve hoşuma giden tam yanımızda camper- van’leriyle hareket etmek için hazırlık yapan maceracı ve sevgi dolu yaşlı çift oldu. İnşallah Tal ve bende emekliliğimizde tekrar geliriz buraya da, bir karavanla ya da camper-van ile yine gezeriz. J
Egilsstadir
Şelaleden saat 16.00 gibi ayrıldıktan sonra, Doğu İzlanda’nın en büyük şehri “Egilsstadir”e ulaşmak için yaklaşık 2,5 saatlik bir yol gitmemiz gerekliydi. Mola vermeden yola devam ettik. Çünkü akşam kalacağımız Holabrekka’daki otelin check-in saatini kaçırma endişemiz vardı yine. J
mini Boğaz Köprüsü!
Doğu’nun en büyük şehri dediysem, heyecanlanmayın hemen. Nüfusu 2016 itibariyle sadece 2306’müş. J Şehir Lagarfljót nehrinin ve gölünün yanına kurulu. Göl, İskoçya’nın Loch Ness’i gibi tektonik bir göl. 
Lagarfljot gölü
İzlanda’nın ilk ulusal ormanı, Hallormsstaðaskógur da bu bölgede. Eskiden ülkede en çok yetişen ağaçlar huş ağaçlarıymış. Ancak ilk yerleşimciler, tarım ve hayvancılık yapabilmek için ağaçları kesip, koyunlar da tüm kökleri yiyince ağaçlar gitgide azalmış, erozyon nedeniyle de toprak kaybı artmış. Özellikle 1950’den bu yana tüm ülke ağaç sayısını yükseltmek için seferber olmuş. Ama görünen o ki, daha işleri çok çünkü şimdiye kadar ancak ülkenin yüzde 0.5’ini ağaçlandırabilmişler. Kararlılıkları sayesinde başaracaklarına inancım tam.
Egilsstadir’deki N1’de yaklaşık yarım saatlik bir mola verdik. Akşam yemeği saatimiz gelmişti. Sosisli, sandviç, Skyr, meyve, vb. Ayrıca istasyondaki görevliden rica ederek, telefonlarını kullandım ve o gece kalacağımız oteli arayıp geç kalacağımızı bildirdim. Otel çalışanı bu duruma alışıktı sanırım. Anahtarı resepsiyona bırakacağını, oradan alıp odamıza girebileceğimizi söyledi. Ne mutluluk ve rahatlama!
Öxi
Egilsstadir’i arkamızda bırakıp Höfn’e doğru yola devam ettik. Dere tepe demeden otlayan İzlanda koyunlarını izleye izleye gölü geçtikten sonra geldiğimiz yol ayrımında Google maps bizi “Öxi”ye yönlendiriyordu. Haliyle biz de giriverdik. Nereden bilecektik ki önümüzdeki bir saat endişe içinde geçecek, yani benim için en azından! J

Öxi, Egilsstadir – Höfn arasındaki kestirme bir dağ yoluymuş meğerse. Keskin virajlarla dolu, sisli, yol kenarları karlı, daracık, mıcırlı ve muhtemelen uçurumun kenarında yol aldığınız (ama bariyersiz) bir yol, “Road 939”! Eğer bu yolu tercih etmezseniz, öbür şıkkınız “Road 95”e devam edip, kıyı kıyı deniz kenarında ilerlemek. 939’da giderken benim endişelenmemin en büyük sebebi sisti. Sis görüşü oldukça azaltmıştı. 
Sisli Öxi yolu
Şükür ki, benim aksime arabayı kullanan Tal oldukça rahat ve kendinden emindi. Yol boyunca, hele de karşı yönden bir-iki defa araba da gelince,  “Yahu nereden girdik bu yola!?” diye söylene söylene bir hal oldum. Ama en sonunda inişe geçtik. Sis hafif hafif dağılmaya başladı ve karşımızda denizi gördük. 
İşte deniz göründü...
Dağ yolu sona ermişti. İlk gördüğümüz mola yerine giriverdik. Bir tahta piknik masası, banklar, bu yolun açılmasını teşvik eden  Hjálmar Guðmundsson’ın anısına bir ufak anıt ve Folaldafoss – şelalesi. Hafif çiseleyen yağmur altında biraz dinlendik. Peşimizden birkaç araba daha burada durakladı.
Folaldafoss şelalesi
Tekrar 1 numaralı anayola bağlanacağımız sırada yolun ortasında duran bir karavandan genç biri inip el kol hareketleriyle durmamızı istedi. Bir meczupu andırmadığı için durduk ve derdinin geldiğimiz yolla ilgili soru sormak olduğunu anladık. Sahil yolundan mı dağ yolundan mı gitmek gerektiğine dair akılları karışmış. J Dağ yoluyla ilgili izlenimlerimizi aktardık, gerisi onlara kalmış.
Hnaukar, Austur-Skaftafellssysla
Sahil yoluna inmiştik artık. Kıyı kıyı kıvrımlı yollarda yolumuza devam ettik. Arasıra da kıyıdan uzaklaşıp daha içerilere giriyorduk. Böyle içerilere girdiğimiz zamanlardan birinde, sonunda yol kenarında meşhuuur İzlanda atlarına rastladık. Tabeleya göre bölgenin adı “Hnaukar”dı. Fark ettik ki atların gezindiği yer aslında bir çiftlik. Atlarla tel örgülerin arkasından hoş beş ettik, otlarla onları besledik. J

Çok sevimliler ve bir o kadar da asil. Sanki sizi hiç umursamaz gibi davranıyorlar ama o yoğun kahküllerinin altından belli oluyor ki, bir gözleri sizde ve her hareketinizi takip ediyorlar. Midilliyi andıracak kadar minyon olmalarına rağmen at olarak sınıflandırılmışlar. Ülkenin çetin koşullarına dayanıklı bu ırkın hiçbir şekilde bozulmaması için aşırı özen gösteriliyor. Hatta, bunu sağlamaya yardımcı olmak için ülkede başka ırktan at bulunmuyormuş. Atlardan ayrılmak zor geldi bize, onlar çekip gitmese daha bile kalırdık yanlarında.


Yol bizi tekrar kıyıya getirdiğinde tabelada yazana göre bu defa “Austur-Skaftafellssysla” bölgesindeydik, ki burada özellikle mola vermek istedik. Önünüzde uzanan yola baktığınızda sanki aslında yol yoktu ve gri/siyah heybetli tepe denizin içine doğru devam ediyordu sadece. Tepeye doğru bakarken kendimi pek ufak hissettim.
Austur-Skaftafellssysla


Höfn ve Holabrekka
“Höfn”e varana kadar siyah kumlu plajlardan, irili ufaklı birçok köprüyü kullanarak fiyordların üstünden geçtik, gözlerimiz ve ruhumuz bayram etti. 
Siyah kumlar...
Liman demek olan Höfn, güneydoğu bölgesinin önemli balıkçı kasabalarından biri. Bizim o gece kalacağımız yer Höfn’den biraz ilerideki Holabrekka’daydı. Saat neredeyse geceyarısı olmuştu, check-in saatini çoktan geçirmiştik. Battı balık yan gider deyip, anayoldan sapıp Höfn’e dalıp, burada biraz gezdikten sonra otele gitmeye karar verdik. Hemen şehrin girişindeki N1’e uğradık. Tal benzin doldururken biz Ozi’yle markete girmeyi denedik ama burası 24 saat açık değilmiş. Şansa bakın ki, tam biz yürürken çalışanlar kapıları kilitliyordu.
Höfn Limanı
Kasaba tabi ki sessiz ve sakindi, hatta biraz da ıssız. Herkes evine çekilmişti. Sokaklarda kimseyi görmedik. Zaten hava da soğuktu. Biz de sadece arabayla sokaklarda dolandık, limanına gittik. Daha doğru düzgün bir saatte varabilseydik keşke. Temmuz ayının ilk haftasında orada olursanız, Humarhátíð yani Istakoz Festivali’ne denk gelebilirsiniz. Ayrıca yaz aylarında eski market binasında “Buzul Sergisi” oluyormuş, ki sadece dışarıdan bu binayı görebildik.
Buzul Sergisi bu binadaymış...
Höfn’deki gezintimiz yaklaşık 15-20 dakika sürdü. Holabrekka’ya varmak için yarım saat daha yol gittik. O geceki konaklama mekanımız birkaç binadan oluşan misafir evi ve çiftlik karışımı bir yerdi. Üstelik buzul manzaralı! Vardığımızda klübeyi andıran resepsiyon binasının kapısı açıktı, talimatlar ve odanın anahtarı da bizi bekliyordu. Odamıza yerleştikten sonra nasıl uykuya daldığımızı hatırlamıyorum bile. Çarşamba sabahı kahvaltı için resepsiyon binasındaki restorana gittik. Evvelsi gece bıraktıkları talimatlar ve anahtarlar için görevlilere teşekkür ettik. Ozi’yi masada oturmaya ikna etmek epey zor oldu. Çünkü açık bir avlu kapısı ve etrafta da görülecek birçok hayvan vardı. J
Bu misafir evi aynı zamanda bayağı popüler olan buzul trekking turlarının da başlangıç noktalarından biriymiş. Serayı andıran ayrı bir binada bu tura katılacak bir gruba bilgilendirme yapılıyor, kıyafetleri temin ediliyordu. Biz katılmadık ama katılımcıları turların başlangıç noktasına kadar götüren devasa 4x4 Ford araçlarını  inceledik. Bu araçlar bölge şartlarına göre özel olarak modifiye edilmiş F-150 ve benzeri kamyonetlerden oluşuyor. Özellikle Ozi ve Tal tabi ki! J Tekrar yola düştüğümüzde artık yolculuğumuzun son bölümlerine gelmiştik. Güney ve güneybatı İzlanda!



Hiç yorum yok: