Blönduos, Akureyri
İzlanda’nın batısındaki heyecanlı yolculuğumuz geride
kalmış, Pazartesi sabahı gözlerimizi Blönduos yakınındaki Hotel Huni’de
açmıştık. Huni hem ismi, hem de binanın diğer yarısının bir okul olması
nedeniyle ilginç bi yerdi. Hemen karşımızda da anaokulu vardı. Teker teker
öğrenciler gelmeye başlamışken biz de kahvaltıya indik. Kahvaltı salonunda
çalışan görevli aslen Slovenyalı’ymış. Geçici işler edinerek dünyayı
geziyormuş, bir yandan da yanlış anlamadıysam müzikle
ilgileniyormuş. Burada daha canlı bir sanat ortamı bulmayı hayal
etmiş ama belli ki yanlış yere gelmiş! Ortalıkta canlılığı yaratacak pek insan
yok! J Sağolsun Ozi’ye lezzetli bir
waffle pişirdi ve sütünü ısıttı, sohbet ettik. Otelden ayrılıp, arabaya binip
yola çıktığımızda saat 10.00 civarıydı.
İstikamet kuzey bölgesinin başkenti olarak anılan
“Akureyri”ydi. Dağların ve şelalerin arasından geçerek, yaklaşık iki saatlik
bir araba yolculuğu yaptık. Yolculuk esnasında Ozi’nin uyuyakaldığını söylememe
gerek yok sanırım. Bir kez trafik işaretçileri tarafından uyarıldığımızı
söylememde fayda var ama. Kulağınıza küpe olsun. J Yolun tam olarak neresiydi hatırlamıyorum.
Karşımıza elindeki bayrakları sallayan bir görevli çıktı, biz yavaşlamamızı
istediğini sanarak yavaşlayıp yanından geçip giderken baktık ki “Stooop,
stooop!” diye arkamızdan bağırıyor. Anında durup, geri bastık. Meğerse yolun
ilerisinde çalışma olduğu için bizi durdurmaya çalışıyormuş. Keşke daha okunur
bir şekilde STOP işareti olsaydı da anlasaydık gayesini. Orada 15 dk kadar
bekledikten sonra arkamızda biriken arabalarla birlikte, kontrollü bir şekilde
önümüzdeki güvenlik aracını takip ederek çalışma yapılan kısmı geçtik.
Yolculuğumuzun geri kalan kısmında başka hiçbir görevliyi kızdırmadık. J
|
Blönduos -Akureyri yolu... |
İzlanda’nın ikinci büyük şehri Akureyri’ye
vardığımızda saat 12.00 olmuştu. Seyahat öncesi Akureyri’de oldukça popüler
olan “balina izleme turları”ndan online bir tur satın almıştım. Saat 14.00’te
başlayacaktı. Aşağı yukarı üç saat süren tur sırasında, %99 olasılıkla bir
balina göreceğinizi iddia ediyorlar, özellikle de kambur balina. Ancak ne yazık
ki, dükkanlarına gidip konuştuğumuzda biraz hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü o
saat dilimi için henüz yeterli sayıya ulaşılmamıştı ve iptal edilme durumu olabilirdi.
Saati yaklaşınca tekrar gelip yoklamamızı istediler. Biz de o zamana kadar
biraz şehri gezelim istedik.
|
Akureyri |
Akureyri önemli bir liman, balıkçılık ve turizm
şehri. Ayrıca uygun iklimi nedeniyle İzlanda ikliminde yetişebilecek
tüm bitkiler “Akureyri Public and Botanic Park”da incelenip,
tohumlandırılıyormuş. Şehrin sembol yapılarından biri Akureyrarkirkja –
Akureyri Kilisesi şehir merkezinde bulunuyor. Deniz kenarındaki eski şehir
merkezinde alçak katlı, rengarenk ve şirin mi şirin evler var.
|
Akureyri Kilisesi |
|
Şu evin güzelliği... |
Dolana dolana saati 14.00 etmiştik neredeyse, dükkana
geri döndük. Maalesef, sempatik görevli bize kötü haberi verdi. Yeterli sayıya
ulaşılamamıştı, ama bir sonraki tur için istersek yer vardı ve kesin
yapılacaktı. Zamanımız olsaydı kabul ederdik ama bekleyemezdik. Para iadesi
için gerekli işlemleri yaparken, hiç olmazsa bizi tura çıkaracak tekneyi gezip
gezemeyeceğimizi sorduk. Çünkü Ozi “gemiye” bineceğiz diye çok heveslenmişti.
“Tabi ki!” diyerek, kabul ettiler. Balina göremedik ama en azından Ozi merak ve
sevinç içinde tur teknesini gezdi. J
Şehirden ayrılmadan bir N1’e uğrayıp benzin almak ve
sonra da yine benzin istasyonunun içinde yer alan ücretsiz musluklarla foşur
foşur arabayı yıkamak kaçınılmazdı. Uzun uğraşlar sonucu Ozi’nin elinden
fırçayı ve hortumu alabildik de Eyjafjördur-fiyord manzarasına karşı arabayı
bir kenara çekip öğlen atıştırmamızı yaptık.
Goðafoss
Akureyri’den ayrılıp sıradaki noktamız “Godafoss”a,
yani Tanrıların Şelalesi’ne doğru yola çıktık. Yol yaklaşık 45 dk sürdü.
Arabadan iner inmez şelalenin gümbür gümbür sesini duyduk. 30 metre
genişlikteki şelale, 12 metre yükseklikten dökülüyor. Halk, 1000 yılında
paganlıktan Hristiyanlığa geçiş sırasında Pagan sembollerini bu şelaleden aşağı
atmış.
|
Godafoss |
Kirkjufell şelalesine kıyasla daha heybetli olduğundan
olsa gerek (ve sanırım hava nispeten daha sıcak olduğu için!) oldukça
etkilendik ve uzunca bir süre bu bölgeden ayrılamadık. Uzaktan, yakından,
sağından, solundan her yerinden fotoğraflarını çektik, özçekimler yaptık.
Yürüdük, kayaların üstüne tırmandık. Bir ara Ozi selfie sopasını ele geçirip,
kah balık tuttu, kah toprağı eşeledi. J Etrafta
piknik yapanlar, uçurtma uçuranlar da vardı. Tepemizden Cessna tipi bir uçak
geçti. Sanıyoruz ki bu uçak günlük tur yaptıran uçaklardan biriydi. Evet, yaklaşık
1500 ila 6000 TL karşılığında iki kişilik bir uçak turuna katılıp, sadece bu
bölgeyi ya da diğer bölgeleri de kuşbakışı görebilirsiniz. J
Mývatn ve çevresi
Akşam konaklayacağımız otel, Myvatn
gölü kenarındaki Reykjahlid kasabasındaydı. Tanrıların Şelalesi’nden ayrılıp
otelin önüne geldiğimizde saat 18:00’di. Yol yine 45 dk kadar sürdü. Erkenden
check-in yapabildiğimiz için mutlu ve gururluyduk. Otele yerleştikten sonra
akşam yemeği için restorana indik. Menüdeki fiyatları görünce, hiç utanmadan
Ozi’yi öne sürerek (menüde oğlumuza uygun yiyecek bir şey seçemedik
diyerek J) oradan ayrıldık. Otelin yanındaki nispeten daha ucuz ve salaş Gamlı
bistroya adım attık ve birer hamburger yedik. Ozi de bol bol patates kızartması
ve hamburger ekmeği!
Saat 21:00 civarı göl kenarında
gezinmek için tekrar arabaya atladık. Myvatn gölünün kendisi ve civarı ülkenin
geri kalanı gibi jeolojik açıdan oldukça ilginç. Göl, 2300 yıl kadar önce
gerçekleşen büyük bir volkanik patlama sonucunda dökülen bazalt lavlar
sayesinde oluşmuş. Mineraller açısından çok zengin olan göl, ayrıca birçok kuş
çeşidi için de önemli bir yaşam alanıymış.
Göl etrafındaki ilginç oluşumlardan
bir diğerini görmek için, göl yolundan içeriye sapıp bir nebze Kapadokya’ya
benzettiğimiz “Dimmuborgir”e gittik. Dimmu karanlık, Borgir şehir, kale
demekmiş. Ama biz gittiğimizde hiiiiç karanlık bir şehirle alakası yoktu.
Düşünün ki, etrafınız taştan kulelerle çevrili, güneş ışığı tatlı tatlı bu taş
kulelere vuruyor, gerçek bir sessizlik ve dinginlik hakim.
|
Dimmuborgir'in girişi |
Nasıl oluştuğuna gelecek olursak,
tabi ki yine işin içinde volkanlar var. Burası da göl gibi yaklaşık 2300 sene
önceki bir volkanik patlama sayesinde meydana gelmiş. Çıkan lavlar
küçük bir göl oluşturmuş. Lavlar ıslak toprak üstünde aktıkça, bataklığın suyu
kaynamaya başlamış ve lavlar içinden yükselen buhar lav sütunlarını oluşturmuş.
(Zaten Kapadokya’ya benzeme sebebi de bu sütunlar işte, aynı peri bacalarına
benziyorlar.) Lav aşağılara doğru akıp, üst katman çökünce ortaya katılaşmış
lavdan oluşan içi boş sütunlar çıkmış.
|
Muhabbetteler sanki... |
Halen ayakta olan en uzun sütuna göre
düşününce, lav gölünün yaklaşık 10 metre derinlikte olduğu tahmin ediliyormuş.
Ayrıca halen daha bazı yerlerinde mağaralar da var. Yeryüzü gerçekten de çok
inanılmaz ve sihirli bir yer değil mi? Şahsen bana her zaman şaşıracak ve saygı
duyulacak bir şey sunuyor!
Dimmuborgir bize ne kadar huzurlu bir
yer gibi hissettirdiyse de, İzlanda folklöründe dünya ve cehennemi birbirine
bağlayan bir nokta olduğuna inanılıyormuş. Ayrıca Cermen/İskandinav Hristiyan
düşüncesine göre de Şeytan’ın Cennet’ten kovulduğunda indiği yermiş.
Girişindeki tabelada yazana göreyse “Yule Lads” isimli troller buradaki
mağaralarda yaşarmış. Genelde kış aylarında özellikle de Aralık ayında ortaya
çıkarlar, yazları ise mağaralarında uyurlarmış.
Bölgede sigara içmek ve bölgeye
köpeklerin girmesi yasak. Ama lav sütunlarının arasında yürürken bir keçi
sürüsüyle karşılaştık. Ozi onların peşinde koşmaya başlayınca onlar da korkup
kaçtılar ve labirenti andıran bu yerde gözden kayboldular.
|
Dimmuborgir'in özgür keçileri |
O arada gözümüzü
yükseklere diktik. Tal Ozi’yi omzuna aldı, biraz yukarılara doğru tırmandık ve
işte o zaman onu gördük, 2500 yaşındaki “Hverfjall” kraterini. 1 km çapındaki
bu krater çok heybetli ve simetrik gözüküyordu. Yüksekliği 420 metre ve
yaklaşık 20 dk’da tepesine tırmanılabiliyormuş. Bizim tırmanmayı gözümüz yemedi
açıkçası, uzaktan izlemekle yetindik. J
|
Uzaklarda Hverfjall |
“Skútustadagígar” yalancı kraterleri
daha tırmanılır yükseklikteydi. Oraya doğru yol aldık. Yalancı kraterler yanan
lavların göl ya da bataklık gibi ıslak zeminlerle karşılaştığında meydana gelen
buhar patlamaları sonucu oluşmuş. Göl kenarında irili ufaklı birçok krater var.
Hemen hemen hepsini kapsayan bir yürüyüş rotası mevcut. Bize göre en uzak
noktadaki ve en büyük olana kadar yürüdük ve tepesine tırmandık.
|
Skutustadagigar |
Kraterin
içinde tabi öyle delik falan yok, sadece bir oyuktu. Gecenin saat 11’i
olmuş, etrafta hala koyunlar otluyordu. J Birisi de drone
uçuruyordu. Muhtemelen çok güzel görüntüler yakalamıştır. Bu arada bazı
yerlerde, özellikle de şelalelerin çevresinde drone uçurmanın yasak olduğu
belirtiliyor tabelalarla. Bu nedenle tabelalara dikkat etmenizi öneririm.
İzlanda kronuyla ödenecek bir ceza yemek hiç hoş olmaz tahminimce.
|
Yalancı kraterin içi |
Salı sabahı, otelde mükellef bir
kahvaltı yapıp, Ozi’nin yüzünde soğuk ve rüzgar sebebiyle olduğunu düşündüğümüz
kızarıklığı gidermesi için merhem almak üzere bir klinik/eczaneye uğrayıp,
marketten de alışveriş yaptıktan sonra düştük yollara. “Namafjall/Hverir”e
giderken Myvatn’daki kaplıcanın yanından geçtik. Burası da Blue Lagoon benzeri
bir jeotermal bölge ancak ona göre daha az turistik ve daha sakin olduğunu
okuduk.
|
Namafjall - Hverir |
“Hverir”e geldiğinizi gözünüzü
kapasanız bile burnunuza dolan keskin kükürt/sülfür kokusundan anlarsınız.
Rengi nedeniyle Mars’la özdeşleştirilen bu bölge Namafjall dağının hemen
eteğinde. Oraya buraya serpiştirilmiş gibi duran irili ufaklı kükürt ve çamur
gölleri var. Göller fokur fokur kaynıyor. Yürüme patikalarını takip etmek
gerekli. Çünkü bastığınız yerlerin güvenli olmadığına ve ısının yüksek olduğuna
dair uyarılar var. Bölgede yürürken dev karınca yuvalarına benzeyen deliklerden
mütemadiyen fışkıran sıcak buhara ve gaza maruz kaldık zaman zaman. Lakin bu
buhar ve gazın zararlı olduğuna ve kaçınmamız gerektiğine dair bir uyarı bulunmuyor,
ancak çok da hoş kokmadığını tahmin ediyorsunuzdur. J
Krafla
İlginç bir doğa olayına daha tanık
olduktan sonra bölgedeki tüm bu oluşumların sebebi olan “Krafla” kalderasına da
uğramayı ihmal etmedik. (Dipnot: Kaldera, volkanik patlama sonucu
toprağın çökmesiyle oluşmuş volkanik yerşekli.) Krafla bölgesinde
“İzlanda Derin Sondaj Projesi”nin ilk kuyusu açıldığında, yalnızca 2.1 km
derinlikte magma bulunmuş! Gerçekten o kadar yakında...
|
Krafla santrali |
813 metre yüksekliğindeki kalderaya
tırmanmak epey zamanımızı aldı. Hem kendi güvenliğiniz hem de doğanın korunması
açısından, yürüyüş parkurunu takip etmek gerekli kesinlikle. Günler sonra ilk
defa burada Ozi’nin arabasını bagajdan çıkarıp yanımıza aldık. Kah yürüdü
bizimle, kah arabasına bindi. Yoruldu, arabaya binmeyi reddedip kucak istedi,
reddedilince ağladı. Böyle böyle yürüdük durduk. Etrafımız göz alabildiğine lav
düzlüğüydü. Bir noktadan sonra arabayı bırakmak durumunda kaldık çünkü artık
tırmanışa geçmiştik ve zaman zaman basamaklar vardı.
Krafla’da ülkenin en iyi bilenen
iki Viti kraterinden biri bulunuyor aynı zamanda. (Viti
İzlandaca Cehennem demekmiş. Diğeri Vatnajökull’daki Askja’daymış. )
Biz de önce “Viti” kraterinin yanından geçtik. İçinde bir göl oluşmuş ve
kendisi yeşil-turkuaz rengi sebebiyle Blue Lagoon’u andırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder