Stockholm, “İskandinavya’nın başkenti” olarak
adlandırmaya layık görmüş kendini. Henüz Oslo’dan başka diğer İskandinav şehirlerini
görmemiştik ama en azından Oslo’ya göre daha dinamik ve hareketli olan bu şehir
kendi kendine taktığı bu ünvanı hak ediyordu.
Baltık Denizi kenarındaki bu şehir 14 ada üzerine kurulu.
Adalar birbirine köprülerle bağlı. Bizim istikametimiz ise Södermalm adasıydı. Çünkü
yüzer otelimiz buradaydı! Otel araması yaparken kriterlerimiz en başta temizlik
ve tabi uygun fiyat. İskandinav ülkelerinde hijyen konusunda endişelenmek
yersiz. Haziran dönemi burası için tam sezon başlangıcı ve otel fiyatları da
tabi ki artıyor. Şehir merkezindeki otel fiyatları uçuktu. Daha ucuz otellerde
de ortak kullanımlı tuvalet / banyo vardı. Bunu istemedik ve karşımıza çıkan
başka teklifleri değerlendirelim dedik.. sonunda kendimizi bir tekne otele
rezervasyon yaparken bulduk! Stockholm de bayağı popüler bir seçenek, tekne
otel. Bizim teknemizin adı “Rygerfjord” idi.
yüzer otelimiz.. =) |
Tekne deyince gözünüz korkmasın.
Bir otel odasındaki her temel konfor unsuru mevcut. Kamara ve yatak belki 2
kişi için biraz ufaktı ama kendimize ait tuvaletimiz ve banyomuz vardı en
azından. Üstelik de deniz üzerindesiniz ve güzel bir şehir manzarasına
sahipsiniz, ilginç bir deneyim olduğu kesin. Genelde tekne oteller bu civarda
bağlı duruyor anladığımız kadarıyla. Yakınlarında pek fazla lokanta seçeneği
yok. Dolayısıyla en azından sabahları kahvaltınızı teknede almanız tavsiye
olunur. Çok fazla sallantı da yok. Bizi hiç deniz tutmadı. Resepsiyonist kız
çok tatlıydı ve öğrendik ki bir zamanlar bir Türk ile evliymiş ama ayrılmışlar.
Bir de kızları varmış. Çat pat Türkçe muhabbet tabi ki eksik olmadı.
Eşyalarımızı tekneye bıraktıktan sonra çıktık sokaklara.
Kartın bedavaya sunduğu fırsatlardan birisi de “Tarihi Kanal Turu” idi. Gezinti
tekneleri her yarım saat başında belediye binasının hemen yanından kalkıyordu.
Biraz beklememiz gerekti ve o arada da yağmur başladı. Tam üzülmüşken yağmur
yağıyor diye, denizden şehri görmek ve neşeli rehber kız keyfimizi yerine
getirdi. Her yeri incik cıncık anlattı. Adaları, belediye binasını,
katedralleri, vs .. Daha birçok ilginç yerden geçtik. Ve sonunda en büyük 2.
ada Kungsholmen etrafında bir elips çizerek başladığımız yere geri döndük. Tarihi kanal turu hemen Belediye Binası'nın yanından başlıyordu. |
Tekne gezintisi bittiğinde müzelere girmek için saat geç
olmuştu artık. Şehrin sokaklarında turlamaya karar verdik. Akşam yemeği vakti
de yaklaşıyordu. İsmi tam bir geyik konusu olacak “Götgatan” caddesi vardı
sırada. =) Burası Södermalm adasında upuzun inişli çıkışlı bir cadde.
mühim bir cadde... |
Birçok
dükkan, restoran var. Alışveriş ve yemek yemek için ideal. Akşam yemeği için gitmeyi planladığımız
“Pelikan” isimli restoran da bu cadde üzerindeki bir sokaktaydı. Etrafa bakına
bakına başladık yürüyüşe. Pelikan’ın ününü gitmeden evvel yaptığımız internet
araştırmalarında duymuştuk. En iyi İsveç köftesini yemek için parmaklar burayı
gösteriyordu. Restoran epeyce kalabalıktı. Biraz bekledik. İki bölüme ayrılmış
pub-bar gibi kısım ve restoran kısmı. Aslında iki taraf da kalabalıktı.
Yerlilerden ve turistlerden oluşan bir kalabalık bu Orta Çağ’dan kalmış
havasındaki restorana canlılık getirmişti. Ortam bayağı loştu ve havada tabiki
keskin yemek kokusu hakimdi. Hemen hemen herkesin tabağında da top top
köfteler. Sonunda 2 kişilik bir masaya yerleştik. Birer porsiyon İsveç köftesi
kafadan sipariş listemizdeydi. Ortaya çok lezzetli bir püre, bira ve Tal’ın
gelmeden önce methini duyduğu “aquavit” aldık.
çekici bir menü.. |
sert aquavit! |
Patatesten yapılan bu içkinin menüde
santilitre hesabıyla satıldığını görünce şaşırdık. Tal yanlış hatırlamıyorsam
4/5 cl gibi bir miktar istedi. Ama bir yudum aldıktan sonra neden böyle
satıldığını anladık. Öylesi keskin ve yemek borusundan inişi öyle güzel
hissediliyor ki! =) Köftenin sunumuna gelecek olursak, 4-5 kocaman top köfte,
üzerinde kahverengi sosu, salatalık turşusu ve tabi “lingonberry” reçeli.
Ikea’daki köftelerle pek alakası yoktu yediğimiz köftelerin. İsveçlilerin pek
sevdiği kırmızı tatlı/ekşi reçel, yoğun karabiber tadı olan köfteleri mideye
indirmenizi kolaylaştırıyor, daha doğrusu köftelerin karabiber tadını
azaltıyor. Ama tabi tatlı tuzlu bir arada yemeyi sevmiyorsanız pek hoşunuza
gitmeyecektir. Karnımızın tokluğu, içerideki sıcak hava, günün getirdiği
yorgunluk ve büyük ihtimalle içkilerin de etkisiyle gecenin sonuna doğru iyice
mıyışmıtık oturduğumuz yerde. Restorandan ayrıldığımızda saat 11’e geliyordu
ama hava hala tam olarak kararmamıştı.
Bulutlar da olmasa havanın daha kararmaya niyeti yoktu... |
Ertesi günü müzelere ayırmıştık. Müze adası “Djurgarden”a
doğru yola çıktık. “Vasa müzesi” ilk sıradaydı. “Vasa” talihsiz bir savaş
gemisi. Talihsizliğinin sebebiyse 1628’de ilk seferine çıktıktan yaklaşık 10-15
dakika sonra batmış olması...
Tüm heybetiyle Vasa! |
Baltık denizinin yumuşak tabanına gömülen gemi
battıktan tam 333 sene sonra 1961’de sudan çıkarılmış. Gemide mürettebat ve
onların arkadaşları, akrabalarıyla beraber yaklaşık 150 kişi varmış. 30 kişinin
öldüğü düşünülüyormuş. Şehri yasa boğan facianın sebebiyse o zamanlarda
taşlardan oluşan balastın yeterli gelmemesi ve ters esen bir rüzgar sonucu
geminin yan yatıp su almaya başlaması.
Vasa'dan bir kesit... |
Vasa, olduğu gibi müzenin içinde
sergileniyor. Üzerine çıkılmasına izin verilmiyor çünkü resmen gözleri gibi
bakıyorlar bu gemiye ve koruma çalışmaları sürekli devam ediyor. Karanlık,
soğuk ve oksijensiz bir ortamda gemi sonsuza kadar saklanabilir ama durum
tabiki böyle değil. Bu nedenle müzenin iklimi yani sıcaklığı, nem oranı, vs
gibi değerleri sürekli gözlem altında tutuluyor.
Müzeyi gezerken vücut ısımız da takip altındaydı. |
Bu şaşalı gemiden gözlerinizi
alabilirseniz, gemiden kurtarılan eşyalara, ekipmanlara, geminin maketlerine de
bir göz atın. Top, tüfek, yelken, pipolar, tavla seti, kapkacak, değişik birçok
alet edavat.
Tavla o zamanlarda da sevilen bir oyunmuş. |
Interaktif aktivitelere de katılabilirsiniz isterseniz. Siz
Vasa’nın kaptanı olsaydınız mesela, nasıl davranırdınız ki gemi batmaktan
kurtulsun. Ayrıca gemide hayatını kaybedenlerden bazılarının yüzleri tahmini
olarak şekillendirilmiş ve maket haline getirilmiş. İsimleri belli değil ama
yüzleri orada işte.
Johan. |
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık buradayken ve çıkarken
aklımızdaki soru “Bizde niye böyle “müzeye benzemeyen” müzeler yok?” idi.
Vasa’nın hemen yanındaki “Nordiska Museet”i es geçtik.
Burası bir etnografya müzesi sayılır. İsveç’e ait etnografik öğeleri görmek
için “Skansen”e gitmeyi tercih ettik. Bu açık hava müzesi İsveç hayatını anlatan eski ve küçük İsveç resmen. Ortalıkta geleneksel kıyafetleri içinde gezinen insanlar görüyorsunuz. Çeşit çeşit işyeri, atölye var etrafta. Cam üfleme ustaları, demirci, ayakkabıcı, bisiklet ustaları işbaşında. Postane, belediye binası gibi devlet daireleri ve kilise, hatta rasatane bile var. Ayrıca ülkenin daha çok en kuzey kesimlerinde yaşayan Samiler’in de klübelerinin örnekleri. Ve tabi İskandinavya’ya özgü hayvanlar, ren geyikleri, kahverengi ayılar, bizonlar, foklar, tilkiler, kurtlar. Ama en enteresanı ren geyiği görmek oldu. Hiç o kadar büyük olduklarını düşünmemiştik. Heybetli boynuzlarıyla sanki sürekli yandan yandan sizi seyrediyorlar.
ren geyiği dinlenirken.. |
İçine girdiğimiz ahşap tek katlı konutlardan birinde yine
geleneksek kıyafetleri içinde görevli bir kız bir bohça açmış, içindeki el
işlerini anlatıyordu. Danteller, örgüler.. Bebekleri kundaklama stili bile
aynıymış eskiden sanki her yerde.
Devlet eskiden çoğunlukla şehirlerde yaşayan işçi sınıfı
da bahçeyle uğraşabilsin diye, küçük arazileri dönüşümlü olarak işçilere tahsis
ediyormuş. Haftasonu geldi mi işçiler ve aileleri burada bahçe işleriyle
uğraşıp stres atabiliyormuş. Bu ilginç sistemin örneği Skansen’de vardı. Önünde
kocaman bahçesi ile küçücük bir kulübe ve bahçede türlü meyve – sebze ekiliydi.
Kulübenin içindeki mobilyalar az ve öz, bir minik kuzine, 2 sandalye, bir masa
ve bir sedir. Ama o kadar şirin bir şekilde döşenmiş ki. İnsanlar belki de
bahçeden topladıkları taze sebzelerle yemekler pişirip burada afiyetle yiyordu.
Verandada oturup bahçelerini seyrederken onunla gurur duyuyorlardı. =)
Şirin haftasonu evi ve bereketli bahçesi.. |
Skansen’de çok canayakın bir tavuskuşu ortalıkta
geziniyordu. İşte o kanatlarını açma anı yok mu! Hele bir de güneş ışığı vurdu
mu üzerine. Pırıl pırıl parlıyor göz alıcı renkleri.
Eğer hayvan beslemeyi
seviyorsanız, göldeki bilumum çeşit ördeği ve kazı beslemek de sizi mutlu
edebilir. Biraz obur oldukları gerçek.
Skansen’in tepe bölgelerinden şöyle bir Stockholm’u
seyredelim derken hemen buranın eteklerinden gelen çığlıklar kulağımıza
çalındı. Ve aşağı bakıp da ne görelim , bir lunapark. =) Zaten akşam saati
olmuş, artık burada görecek başka bir şey kalmamıştı. Rota belli oldu. Gröna
Lund ...
“Spökhuset” hayaletli korku evi macerası da ayrı. İçerisi
kapkara, zemin tuhaf bir maddeyle kaplı, acayip sesler, dumanlar.. bir de
peşinize takılan bir mumya ve Halka filmindeki Samara kılıklı bir kız! Sonuç;
Tal’ın Samara’dan kaçmaya çalışırken düşürdüğü şemsiyesi ve yardımsever
Mumya’nın şemsiyemizi çıktıktan sonra bize geri getirmesi. =)
İçerideki avare avare gezintimizi sürdürürken, anladık ki
burada bir konser de düzenlenecek. Sahne hazırlığı yapılıyor. Başka bir
bölümdeyse aksiyon çoktaan başlamış. Canlı müzik eşliğinde herkesin dans ettiği
bir dans pisti! Yaşlısı genci, hiçbiri üşenmemiş, en güzel elbiselerini giymiş,
en profesyonel hareketlerini sergiliyordu çiftler. İnsanların bu haline
imrenmedik desek yalan olur. Herkes mutlu mesut, kimseyi umursamadan dans
etmeye gelmiş. Bir ara biz de gaza geldik, hadi dans edelim diye atladık ortaya
ama bir iki hareketten sonra vazgeçtik. =) Her tipten değişik insanın rahatça
takıldığı böylesi bir ortam ne kadar muazzam!
dans dans dans... |
Gamla Stan'ın renkli evleri.. |
Adada ayrıca birçok önemli tarihi yapı var. Kraliyet Sarayı – Kungliga Slottet- herhalde bu yapıların içinde en önemlisi. İtalyan Barok stilinde inşa edilmiş sarayın yapım tarihi 1754. Sarayın bir kısmı 1697’de bir yangınla yok olan eski kalenin yıkıntıları üzerine inşa edilmiş. Saray birkaç bölümden oluşuyor, ana bina, hazine, silahlık, şapel, müzeler gibi. Biz her bölümü gezmedik. Amaç tam öğlen 12’de gerçekleştirilecek olan saray muhafızları değişim törenini yakalamaktı. O saate kadar görebildiğimiz kadar yer görmeye çalıştık. Ana binada çok da değişik bir şey yok. Kraliyet ailesine ait eşyalar, mobilyalar, tablolar, vs. Silahlık bölümü daha ilginçti. Burada krallar ve kraliçelere ait kıyafetler, zırhlar ve at arabaları sergileniyordu.
Sanki Külkedisi çıkacak içinden. |
At arabalarındaki atlar ne kadar süslüymüş eskiden. Rengarenk kıyafetleri ve kafalarına takılı süsleri. Hazine kısmı da sıkı korunuyordu. İçeride hanedanın çeşitli zamanlarında kullanılmış taçlar vardı. Hepsi ışıl ışıl, parıl parıl, göz kamaştırıcı. Saat 12’ye yaklaşırken sarayın dış avlusuna doğru yürüyüşe başladık. Çoğunluğu meraklı turistlerden oluşan kalabalık avluyu neredeyse tamamen doldurmuştu. Kadın-erkek karışık nöbetçi askerler herkesi bir düzene sokmaya çalışıyordu. Nöbet değişimi için askerler yerlerini aldı. Tüm coşkusuyla bando da avluya giriş yaptı ve tören başladı.
Nöbet değişimi... |
Askeri disiplin hakimdi ortamda. Rap rap ayak hareketleri, selamlaşmalar, ve bayrak değişimi. Yeni gelen muhafızlar nöbeti devraldıktan sonra bando girdi devreye. Tüm tören boyunca marşlar çalan bando artık popüler parçalar çalmaya başladı. Repertuarda tabiki bir ABBA şarkısı da vardı!
Neşeli bando geliyor |
Ada üzerindeki Riddarholmen kilisesi, 1290 yılında inşa
edilmiş ve şehirdeki en eski ve en iyi korunmuş yapı konumunda. Günümüzde hem
müze hem ibadet yeri hem de kraliyet mezarlığı olarak kullanılıyor. Şehir
kartınız varsa giriş bedava.
Şehrin simgelerinden Belediye Binası’na – Stadshus- doğru
yürümeye başladık. Bu kırmızı tuğladan bina Gamla Stan’da değil, Kungsholmen adasında.
İlaç kutusu gibi uzun bir kulesi olan bu şık binanın daha uzağındayken
fotoğraflarını çekmeye başladık. Belediye binası |
Bu arada güneş açmış ve gözlerimizi kamaştırmaya başlamıştı. Yaz güneşi nerede olursa olsun insanın içini ısıtıyor. İşte o kuleye tırmanmak ve şehri bir de taa yükseklerden izlemek istedik. İçeride sıkışıklık yaşanmaması için belli saatlerde ve belli bir kapasitede kişiyle yukarı çıkmaya izin var. Merdivenler yorucu da olsa sonuç için katlanılabilir. Her şehri şöyle bir tepeden görmekte yarar var. Eğer sabredebilirseniz gittiğinizin en son günü bunu yapın. Böylece gezip gördüğünüz her yeri uzaktan tanıyıp daha bilinçli bir şehir seyri yapmış olursunuz. =)
kuşbakışı Gamla Stan |
kuşbakışı Stockholm |
Ana binayı da sadece rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz.
Her saat başı bir tur var. Binanın tarihini ve mimarisini anlatan birçok dilde
hazırlanmış broşür içinde Türkçe olanıyla da karşılaştık ve sevindik doğrusu.
Genelde pek bu duruma rastlamıyoruz. Rehberimiz “dı sitti of sıttokolm” diye
bazı harfleri bastıra bastıra konuşan çok tatlı biriydi. =) Stadshus’un Mavi
odasında Nobel ödülleri dağıtıldıktan sonraki resepsiyon düzenleniyormuş. Adı
mavi oda ama kıpkırmızı bir yer.
Mavi Oda (?) |
Mimar en başta mavi karolar döşemeyi
düşünürken vazgeçmiş ama adı böyle kalmış. Mimar bu ve benzeri büyük
kararsızlıklar içinde kalarak burayı en sonunda bitirebilmiş. Başka bir bölüm
olan Altın oda’da İsveç’in koruyucusu olduğuna inanılan Ana Tanrıça mozaiği
var. Bu, mozaiği yapan sanatçının ilk çalışmasıymış ve İsveç halkı tarafından Ana
Tanrıça’nın çirkin resmedildiği düşünüldüğü için hiç beğenilmemiş. Sanatçı
neredeyse idam ediliyormuş. Mozaikte İsveç’i temsil eden Tanrıça dünyanın
merkezinde tam ortada oturuyor, doğusunda Türkler, batısında Amerika , Fransa
var. İnsan o duvarda Türk bayrağını görünce nedense duygulanıyor. =)
Koruyucu, kollayıcı Ana Tanrıça |
sağ alt köşeye yakından bir bakış |
Eski
Viking toplantı/eğlence salonlarından esinlenilerek yapılmış bölümde gözler
tavanına yöneliyor. Ahşap işçiliği göz kamaştırıcı ve tabi renkli çizimler de.
Viking toplantı salonu |
Çıkışta Gamla Stan’daki Nobel Müzesi’ne gittik ama yetişememiştik, kapalıydı. E o zaman, Şehir Müzesi’ni -Stadsmuseum- bir gezelim dedik. Burası bir etnografya müzesi. İsveçlilerin yaşamlarına, kullandıkları eşyalara, mobilyalara ait detayları burada görebilirsiniz. Temsili bir eski ilkokul sınıfı bile var içeride.. sıralar, öğretmen masası, kara tahta.. Seyrettiyseniz eğer, bu sınıfta insan kendini “Orphanage” filminde gibi hissediyor! Biraz ürkütücü.. =)
Enerjiniz yerindeyse ve hava da geç karardığı için insan
hiç saatin farkına varmıyor. Müzeden çıktıktan sonra şehirde gezintimizi
sürdürdük. Yokuşlar indik, yokuşlar çıktık. Almanya’dakine benzer “Bier Garten”
vari bir yerin içinden geçtik. İğne atsanız yere düşmez, banklar öyle
kalabalık. Bu arada da kendimizi şehrin bir diğer simgesi “Katarinahissen”in
yanında bulduk.
Katarinahissen |
1883 yılında ilk olarak buharlı çalışmaya başlayan asansör 1936
yılında yenilenmiş. Bu asansöre binerseniz Slussen’den Södermalm’ın üst
tarafına çıkıyorsunuz. Biz asansöre binemedik kapalıydı ama asansörden inince
karşınıza çıkan restoranın içinden geçerek indiğiniz platformdan etrafı
seyredebilirsiniz. Tepeden güzel bir Eski şehir ve ada manzarası ayaklar
altında. Bu üst kattaki restoran da biraz pahalı. Burada yemek yemeyi es
geçebilirsiniz.
Pilimiz bitiyordu. Bir şeyler atıştırdık ve şehirdeki son
gecemizde gezebildiğimiz kadar gezmeye karar verdik. Gitmeden önce
hazırladığımız yenilmesi gereken yiyecekler listesinde tatlılarıyla meşhur “Jensen’s
Bofhus” diye bir yerin adı geçiyordu, buraya da uğradık. Tüm günün yorgunluğunu
almaya yetmedi bu enerji verici yiyecekler, ama yüzer otelimize geri yürüyecek
ve üst güvertede oturup biraz daha fotoğraf çekip lakırdı edecek kadar enerji
sağlamıştı. =) Sonuçta ertesi sabah çoook erken bir saatte 06:21’de yakalamamız
gereken bir Kopenhag treni vardı!
Döndükten sonra “Millenium Üçlemesi”nde (ya da “Ejderha
Dövmeli Kız” serisinde) Stockholm sokaklarında gezinen Lisbeth Salander’ı izledikçe
aslında sanki tam da bu şehre ait bu kadın dedik... Etkileyici bir şehir
Stockholm.
Şanslıysanız..
++ Gröna Lund’da canlı müzik eşliğinde umarsızca ama
profesyonel dansçılar gibi dans eden mutlu halkı seyredebilirsiniz.
++ Gotik İsveçli gençlikle beraber Gröne Lund’da bir konsere
katılabilirsiniz.
Gamla Stan'da bir sokak arası |
2 yorum:
stockholm kart aldık demişsiniz ? fiyatı ne idi - nerelerde geçerli idi , bilgi verebilir misini ?
Merhaba, kusura bakmayın epey geç gördüm sorunuzu. Kartla ilgili bilgilere şuradan ulaşabilirsiniz. http://www.visitstockholm.com/en/Stockholmcard/
teşekkürler! iyi gezmelerrr! :)
Yorum Gönder