Almanya’ya ilk kez gidecektik. Diğer ülkelerde olduğu gibi buradaki şehirler arasında da birçok fark olduğunu önceden okuduk. Berlin’e gitmek de aklımızda vardı. Ama özellikle Tal’ın hayran olduğu BMW’lerin anavatanı olunca Münih’de karar kıldık. Münih, ülkenin olmasa da Bavyera bölgesinin başkenti kabul ediliyor. Ayrıca ülkenin varlıklı kısmı burada yaşıyormuş, bu nedenle fiyatlar diğer şehirlerdekine göre daha yüksekmiş.
Franz Josef Strauss Havalimanı’na
indiğimizde Perşembe gecesiydi. Alandan çıkmadan bir duvarı boydan boya kaplayan
BMW ızgarası(böbreği) şeklinde bir reklam panosu karşıladı bizi. =) Kalacağımız otel
de hemen ana tren garının - Hauptbahnhof - karşısındaydı. Yerleşmek kolay oldu
ve gecenin o saatinde attık kendimizi sokaklara. Ekim ayıydı ama hava
soğumuştu. Marienplatz’a doğru yürüyüşe geçtik. Bu arada gezi için
“Oktoberfest”in geçmesini beklemiştik. Çünkü o dönemde fiyatlar normalin
neredeyse 3 katına çıkıyor. Eğer özellikle Oktoberfest’e katılmak gibi bir
niyetiniz yoksa tabi, gezinizi bunun dışında bir döneme ayarlamanız tavsiye
olunur. Oktoberfest biranın su gibi aktığı ve yaklaşık 2 hafta süren bir
festival. İlk olarak 1810 yılında Prens Ludwig ve Prenses Therese’nin evlilik
kutlamalarıyla başlayan bu festival geleneği hala sürdürülüyor. Kurulan onlarca
bira çadırında yerel kıyafetler içinde garsonlar size bira servisi yapıyor. Bu
zaman için özel olarak hazırlanan daha koyu biralar tüketiliyormuş.
2011 Oktoberfest tasarımlı bira bardağı |
Cuma sabahı Dachau trenine binmek için
erkenden kalktık. Gardaki Le Crobag’de cafede kahvaltı ettik. Meşhur
“Pretzel”den aldık. Pretzel bir çeşit simit ama simide göre sanki daha tuzlu ve
görüntüsü de bir fiyongu andırıyor.
pretzel |
Dachaulular kasabalarının öncelikle toplama
kampıyla anılmasından hoşlanmıyormuş tabi ama tarihi gerçekler
değiştirilemiyor. Gelecek nesiller de bundan nasibini alıyor. Hitler’in derdi sadece Yahudilerle
değilmiş. Toplama kampını ziyaret ettiğimizde bunu açık açık gördük. Onun
düşüncesine göre toplumda ne kadar “aykırı” sayılabilecek insan varsa, sosyalistler,
komünistler, homoseksüeller, çingeneler, düşünürler, engelliler, Slavlar,
Yehova Şahitleri, vs burada toplanmış. Hepsine fiziki ve manevi türlü
işkenceler edilmiş, üniformaları ayrı ayrı renklerde üçgen bir kumaş parçasıyla
işaretlenmiş. Homoseksüeller pembe renk örneğin.
Kampta giyilen o bilindik üniformalar |
Tarihi kayıtlara göre, Dachau’daki gaz
odasında hiç insan öldürülmemiş. Ama fırınlarda ölümünün ardından yakılan
insanlar olmuş. Barınaklarda savaşın sonuna doğru kapasitesinin yaklaşık 10
katı fazla kişi kalıyormuş. Suçlu ya da suçsuz bazıları da buradaki hücrelerde
hapis tutulmuş. İnsanlar bu “kamp”ta infaz edilmiş, intihar et(tiril)miş ya da
hastalanıp ölmüş. Zaten o koşullar altında ve o ruh hali içinde yaşıyor sayılır
mı ki insan, hala nefes alabildiği için sadece?
Kampın hapisane kısmı, her kapı birer koğuş... |
Bir koğuşun duvarına oradaki mahkumla ilgili bilgiler yansıtılmıştı.. |
Fırın... |
Barınaktaki bu yataklar orijinal değilmiş, aslına uygun olarak tekrar yapılmış... |
Bu insanların anısına çeşitli heykeller dikilmiş. Heykellerin en büyüğü, orada esir edilen insanların hem fiziksel hem de psikolojik durumunu çok iyi gözler önüne seriyor. İçiçe geçmiş birçok zayıf bedenli ölü insan formu. Her birinin yüzünde ayrı ayrı korku ve endişe belirtisi. Burada yakınlarını kaybedenlerin gelip ibadet etmesi için de ayrıca dini mabetler inşa edilmiş.
Kampın konuşlandığı yer öylesine huzur
dolu bir yer ki, böylesi bir vahşet nasıl işlenebilmiş. İnsanın olduğu yerde
her şey oluyor ne yazık ki. Bir zamanlar tutsak insanların gözyaşı döktüğü, acı
çektiği, delirdiği bu mekanda artık özgürce yürüyebilmek garip bir duygu. “Hayat
Güzeldir – La Via A Bella” filmini severdim zaten, yaşananlara çok değişik bir
bakış açısıyla yaklaştığı için. Burada gördüklerimiz ve hissettiklerimizden
sonra filmi hem daha da çok sevdim, hem daha da çok hüzünlendim.
Herbir dikdörtgenin üstünde bir baraka varmış... |
Soldan sağa: BMW Welt, Fabrikası, Müzesi, Genel Merkezi |
BMW Müzesi ve BMW Welt değişik
mimarileriyle ilgi çekici. BMW Müzesi’nde tabiki otomobiller, yarış arabaları,
motorsikletler, araba ve uçak motorları sergileniyor. Müzeyi rehberle gezmekte
yarar var.
Bir klasik.. |
BMW marka uçak motoru |
Tal, buradaki Nicolas Cage’e çok benzettiğimiz rehberimize
arabasının markasını sordu. Cevap şok ediciydi. Zaten adam da aman kimse
duymasın deyip etrafa bakınarak ve gülümseyerek cevap verdi. Münih’te kullanmak
için bir arabası yokmuş. Metro her işini görüyormuş. Ancak İspanya’da yaşayan
eşinde 2. el bir Audi varmış. Ona göre BMW çok iyi bir otomobil markası ama çok
da pahalı. Türkiye’deki BMW fiyatlarından haberdar olsa adamcağız herhalde yığılır
kalırdı.
Sahile, kıra, bayıra bu arabayla gidiliyormuş bir zamanlar, kapı kolunun konumuna dikkat! |
BMW tarafından uygulanan bir taktik olsa
gerek ki; rehberin ağzından Mercedes lafı eksik olmadı. Sürekli Mercedes ile
BMW’yi kıyaslama ve neredeyse hep BMW’nin üstünlüğüyle sonuçlanma.. =)
BMW Welt’de ise henüz “müzelik”
kategorisine girmemiş, en yeni ve prototip araba ve motorsiklet modelleri
dizili. İki mekanda da tüm arabalara dokunmak istiyorsunuz. Işıklandırma ve
konumlandırma o kadar iyi ki. Bu isteğinizi BMW Welt’de giderebilirsiniz.
Arabalara ve motorsikletlere dokunabilir, binebilirsiniz. Ayrıca eğlenceli
interaktif ve deneysel oyunlar oynayabileceğiniz bölümler de var. Tal gibi BMW
fanatiğiyseniz, ülkeye dönüşte en azından bir süreliğine nasıl bir BMW satın
alabilirim acaba diye kara kara düşünürsünüz. Ayrıca bir de hediyelik eşya dükkanı var
ama içeriği zayıf, fiyatları da pahalı bulduğumuzu belirtmek şart.
BMW gezisi sona erdiğinde, artık akşam yemeği
vakti gelmişti. Soluğu methini çok duyduğumuz “Hofbrauhaus”da aldık. Burası neredeyse
400 yıllık oldukça eski bir bira evi. Her köşesi tarih ve tabi ki bira kokuyor!
Ortada geleneksel kıyafetler içinde canlı müzik yapan bir orkestra ve tüm
masalarda bardaklarını tokuşturan ve sosislerini mideye indiren neşeli insanlar!
Maalesef oturacak yer yoktu. Galiba gelmeden önce rezervasyon yaptırmalıydık.
Hofbrauhaus'un süslü tavanı ve kalabalık |
Hofbrauhaus’da şansımız yaver gitmeyince, güzel bir lokanta aramaya koyulduk. Bunu yaparken “Glockenspiel” çalan bir sokak sanatçısına kulak verdik bir süreliğine. Çok değişik bir müzik aleti. Biraz piyanoyu biraz kanunu andırıyor.
Glockenspiel değişik bir müzik aleti |
Gidilecekler listemizde olan gurme dükkan Dallmayr’ın nerede olduğunu ve kırmızı-mavi-beyaz renkleriyle Bayern München taraftar dükkanını da gördük. En sonunda da gözümüze kestirdiğimiz Augustiner Restaurant’da lezzetli yemeklere ve tabi ki lezzetli biralarımıza kavuştuk. Bu restoranda kredi kartıyla ödeme yapabiliyor olabilmek de bir artı. Bazı lokantalar sadece nakit ödeme kabul ediyor.
Cumartesi sabahı, 1972 Yaz Olimpiyatları’nın
yapıldığı Olimpiyat parkı da gezi planımızda vardı. Açıkçası, olimpik stadyumunun
içini gezmeye pek rağbet etmedik. Bunun yerine yapay gölün etrafında yürüdük. Göl
kenarı burayı ziyarete gelen ünlülerin beton üzerindeki el izleri ve
imzalarıyla çevrili. Mesela Jon Bon Jovi, Metallica, Elton John, Richie
Sambora, Liza Minelli..
Burada tabi ki birçok sportif organizasyon, konser,
toplantı, sergi düzenleniyor. Aslen bir radyo vericisi olan Olimpik kuleye çok
hızlı bir asansörle çıktık. Tepeden manzara
güzel. Şehir merkezini biraz uzaktan da olsa görüyorsunuz ama hemen
yandaki stadın içine kuşbakışı göz atabilirsiniz. Ayrıca çook uzaklarda Alpler
de gözüküyordu.
Olimpik Stadyum ve Köy |
Üst katta aşağıda el izleri olan ünlülere ait çeşitli eşyalar
sergileniyor. Mesela Elton John’un ayna kaplı piyanosu! Kuleden indikten sonra
park içinde yürüyüşe devam ettik. Olimpik çadır üstünde yürümek, gölde kanoya
binmek gibi birçok macera dolu aktiviteye de katılabilirsiniz. Ama herhalde havalar
biraz daha sıcak olduğunda daha iyi olur. Tabi burada ’72 Olimpiyatları
sırasında yaşanan olaylar unutulmamış. Teröristlerce öldürülen 11 İsrailli
sporcu anısına bir anıt dikilmiş.
Olimpiyat Parkı’ndan ayrıldıktan sonra
şehir merkezine geri döndük. Marienplatz’daki yeni belediye binasının avlusuna
girdik. Kafayı çevirdiğimiz her tarafta değişik heykeller ve pencere şekilleri
göze çarpıyordu. “Ratskeller” isimli ünlü restoranın da girişi de bu avludan.
Sanırım burada da kredi kartı geçmiyor! Sonrasında Frauen Kirche’nin kulesine
çıkıp şehri buradan izledik. Ortaçağ’dan kalma bu kilise şehrin en önemli
yapılarından. Kırmızı bir çatısı ve görkemli kuleleri var. Yukarı çıkış için
kullanacağınız basamaklar dar ve fazla.
Belediye binasının kıpkırmızı çiçekleri |
Ve gelelim Dallmayr’a! Bir yer düşünün
ki içinde şarküteri, manav, kasap, çay/kahve/alkol/çikolata bölümleri, fırın, pastane
var. Bu kısımların hepsini içinde barındırıyor Dallmayr. Kısımdan kısıma
geçerken insanın aklı henüz yeni ayrıldığı bölümde kalıyor ve bazılarının
görüntüleri süper olmasa da hepsinden tatmak istiyorsunuz.
Dallmayr'ın en güzel kokan bölümü! |
Yumurta likörü!?!? |
O kadar kalabalık ki iğne atsanız yere
düşmez ve her tezgah rengarenk. İnsanlar çılgın gibi yiyecek/içecek alıyor.
Dükkanın üst katı café şeklinde düzenlenmiş ama hiç yer yoktu ve orada
oturamadık. Karnımızın açlığı da eklenince öğle yemeğimizi buradan
aldıklarımızla hazırlamaya karar verdik. Max-Joseph meydanının ortasındaki anıtın
dibinde ekmek arası dana şinitzel ve ince patates köftesi döşendi, afiyetle
yenildi.
bir öğlen atıştırması.. |
Kahve kokusuna
teslim olursanız siz de çeşit çeşit kahveden çektirin. Şeftalili, vanilyalı ve
orijinal “Rooibusch“ çayı
da denenebilir.
Dip
not: Buraya gitmeyi Pazar gününe bırakmayın çünkü kapalı.Yemeğimizi de yedikten sonra, Almanya’dan alınmak üzere sipariş verilen Birkenstock terlikleri aramaya koyulduk. Marienplatz’daki Galeria Kaufhof bayağı büyük bir alışveriş mağazası. Biraz onun içinde dolandık. Ama aradığımız terlikleri hemen otelin dibindeki mağazada bulduk. Burası tıpkı Kadıköy’deki pasajlardan fırlama 1960-70’lerden kalma nostaljik bir dükkandı. Bu görevi başarıyla tamamladıktan sonra teknolojik alışveriş için Haidhausen’deki en büyük(!) Mediamarkt’a gittik. Ama burası için kim en büyük diye bilgi vermiş bilemedik çünkü pek de öyle en büyük olmak gibi bir iddiası yoktu. Bir alışveriş merkezinin içinde bir köşede durmaktaydı. Üstelik sadece American Express kredi kartı kabul ediyorlar ya da nakit! Hiçbir şey almadan çıktık.
Tren istasyonunda bir mini Mediamarkt! |
Şehir merkezine geri döndüğümüzde açık
hava pazarı Viktualienmarkt’a doğru yol aldık. Ama tabi çoktan kapanmıştı. Biz
de boş tezgah-klubelerin arasında biraz yürüdük. Neler sattıklarını anlamaya
çalıştık. Mesela bal, hediyelik eşyalar, çiçek, vs. Akşam saatleri el ayak
çekilmiş, sokaklar ıssızlaşmıştı. Şehir kapılarından biri olan Sendlinger Tor’a
doğru yürüyüşe devam ettik. Hava soğuk olmasına rağmen yürümek insanı ısıtıyor.
Bu arada yiyeceklerle ilgili önemli bir
nokta; Almanya’da ya da en azından Münih’te sosis yemek isterseniz, bilin ki
üstü plastik gibi bir madde kaplı olacak. Ağzınıza ilk attığınızda çıtır çıtır edecek.
Bu kabuğu soyabilirsiniz de. Biz pek de lezzetli bulmadık ama deneyin yine de.
Son günümüzde aklımızda İngiliz Bahçesi
– Englischer Garten – ve Deutsches Museum vardı. İngiliz bahçesi’ni kesinlikle
kaçırmayın. Münih’e gelip her gününüzü burada geçirseniz bile sıkılmazsınız.
Tahminimizce özellikle sonbahar ayında çok güzel manzaralara sahip burası.
Yavaş yavaş ağaçlardan süzülen sarı yapraklar, yanınızdaki at yolunda tıngır
mıngır ata binenler, sanki zaman durmuş. Tiziano Terzani’nin “Atlıkarıncada bir
tur daha” isimli kitabında anlattığı, aslında Himalayalar’daki başka bir yerden
bahseden satırlarını okurken, gözlerimin önünde İngiliz Bahçesi belirdi. “..ve orman binlerce yıllık vaadini tuttu. İçine
doğru yürümek yeterliydi. Her adımla daha çok canlanıyor, daha gizemli, daha
kutsal bir hal alıyordu. Ağaçlar, görkemli bir katedralin sütunları gibi
görünüyordu; güneş ışıkları sanki büyülü vitraylardan süzülürmüş gibi
yaprakların arasından akıyordu. Az sonra çevremizde, zamanımızı anımsatan
hiçbir şey kalmadı. Tek insani iz, kah yükselen kah karanlık bir yolda alçalan,
sonra yine yükselen, daha da yücelere uzanan patikaydı.”
1789’da oluşturulmaya başlanmış bahçenin
içinde göller, bira bahçeleri, Çin kulesi, Japon çayevi bulunuyor. Biz göl
kenarında türlü kuğu, kaz, ördek besleyip, ağaçların altında uzuuun ve huzur
dolu bir yürüyüş yaptıktan sonra soluklanmak için Çin Kulesi altındaki Bier
Garten’da oturduk. Ahşap kulenin içinde sadece üflemeli çalgılardan oluşan bir
orkestra canlı müzik yapıyordu. Kalan son paralarımızla kendimize bir kup
bardağında sıcak şarap ısmarladık. Hayatımda tattığım en leziz sıcak şaraptı.
Hem şarabı hem de baharatları çok kaliteliydi. Bir de muhtemelen kalan son
paramızla aldığımız için.. =) Bahçeden ayrılmak ve o masalsı güzelliği geride
bırakmak zor oldu.
Çin kulesi |
elde kalan en son parayla alınan leziz sıcak şarap. |
Deutsches Museum, Isar nehrindeki bir
ada üzerine kurulu önemli bir Bilim ve Teknoloji Müzesi. Maalesef biz içini
gezemedik, hem bahçede planladığımızdan daha fazla vakit geçirmiştik hem de
içeri giriş için sadece nakit para verebiliyorsunuz ve bizim Euro’muz
kalmamıştı artık. =) İçerideki sergiler doğal bilimler, madde ve üretim,
enerji, iletişim, ulaştırma, müzik aletleri, yeni teknolojiler gibi konular
üzerineymiş. Ayrıca tabi ki çocuklar içinde bir bölüm var.
Bilim ve Teknoloji Müzesi'nin giriş kapısı |
Biraz müzenin bahçesinde ve girişinde, ardından da
hediye dükkanında dolaşmakla yetindik, en azından birazcık da olsa bilim ve
teknoloji havası aldık. =) Aslına bakarsanız sadece hediye dükkanını gezmek
bile biraz da olsa müze gezmek gibi oldu. Türlü türlü icatvari eşyayı ve oyuncağı
inceledik durduk.
Ayrılık zamanı göz açıp kapayıncaya
kadar gelmişti. Münih, bizi ağırlarken olduğu gibi yine güneşli yüzüyle ve
sakin bir şekilde uğurladı.
Şanslıysanız..
++ Kredi kartı geçen bir yere kapağı
atmışsınızdır. Restoran olur, mağaza olur.
Şanssızsanız..
++ Hep nakit ödeme kabul eden
restoranlara denk gelir ve en sonunda soluğu Mcdonald’s ya da Burger King’de
alırsınız. =)
Dip not: Para çekme makineleri yani,
“Geldautomat”lar her yerde... ama banka çekeceğiniz miktar ne olursa olsun
yüklü bir meblağ komisyon alıyor. O yüzden Münih’e yanınızda bol nakitle
gitmekte fayda var!
++ Gecenin ilerleyen saatlerinde sokakta
yürürken kaldırımda ya da U-Bahn / S- Bahn raylarının üstünde minik fareleri
görürsünüz!
Aklımız bu bahçede kaldı... |
1 yorum:
Selam,
Münihde yasayan bir kisi olarak ilgiyle okudum buranin yesilligini görmek istiyorsaniz mayis ayindan sonra gelmeniz lazim günlerin en uzun oldugu zamanda burda 21:30 da hava kararir bir sehir ici gezisinde en iyi ulasim araci bisiklet ben hafta sonlarinda ingilz bahcesinden baslayarak sehir ici turuyla stresimi atiyorum avrupanin en düzenli sehrinde
Yorum Gönder