Stockholm – Kopenhag tren
yolculuğu sırasında etrafı seyretmiş, uyumuş, karnımızı doyurmuş ve
İskandinavya turumuza ait son 3 günümüzün planını yapmaya çalışmıştık. Yol
üzerinde özellikle de İsveç - Malmö’den Kopenhag’a geçerken gördüklerimiz bizi
şaşırttı. Bunlardan ilki kompartmanımızın duvarında asılı hız göstergesi Baltık
denizi üzerindeki Oresund köprüsünden geçerken bir anda saatte 201 km hıza ulaştığımızı
gösteriyordu. Nispeten sakin giden tren buradan geçerken bayağı hızlandı. İkincisi de denizin
ortasındaki rüzgar türbini tarlasına şahit olduk. Yüzlercesi ahenkle dönüyordu.
Adamlar temiz enerji elde etmek için bayağı uğraşıyor belli ki.
Kopenhag ve Oresund Köprüsü |
Trenden indiğimizde
öğle vaktiydi ve bizi hemen istasyonun çıkışında duran üstünde Danimarka
bayrağı kaplı sevimli fil heykeli karşıladı. Önce otelimizi bulup,
bavullarımızı bıraktık ve ardından sokaklara vurduk hemen kendimizi.
Bize anlatılana göre,
iki ada üzerine kurulu Kopenhag’ın mimari yapısı, evler kanallar, vs. çok beğenilen
Amsterdam’a benzetilmeye çalışılmış. Başarılı olup olmadığını anlamak için bir “Kopenhag
Kart” edindik ve ardından kartın bir güzelliği olan bedava kanal turuna
katılmak için “Nyhavn” yani “Yeni Liman”a doğru yola koyulduk. Yürüye yürüye gittik.
Bunun için kullandığımız yol şehrin en popüler alışveriş caddesi “Stroget”
oldu. Cadde üzerindeki “Lego” dükkanı dikkatimizden kaçmadı. Dönüşte uğramaya
karar verdik.
rengarenk Nyhavn |
Nyhavn kırmızı, mavi, sarı, yeşil türlü renkle boyanmış binalarla
dolu. Bu liman 17. Yüzyılda eski denizciler tarafından kazılarak açılmış yapay
bir liman, yaklaşık 300 m uzunluğunda. Kanal turu sanırım Stockholm’dekine göre
daha eğlenceliydi. Bunun sebebi muhtemelen karaya daha yakın gitmemiz ve şehre
ait daha çok şeyi yakından görebilmemizdi. Bulutların dağılması ve güneşin
yüzünü göstermesi de iyi oldu. Daha Nyhavn’dan ayrılmadan ilk tarihi binayı
işaret etti rehberimiz. Bu gri ve gösterişsiz bina Danimarkalı ünlü masalcı Hans
Christian Andersen’in eviydi.
Andersen'in evi |
Rehberin alçak köprüler yüzünden sürekli kafamızı
eğmemiz gerektiği uyarısıyla geçirdik tüm gezintiyi. Bazı köprüler vardı ki
üzerinden geçen yolla aynı hizada, hiçbir yükseltisi yok. O nedenle de
kanallarda gezinen bu tekneler hep yayvan ve alçak.
Aman kafalara dikkat! |
Opera binası, bir
yelkencilik okulu, çeşitli işyerleri, büyük denizcilik şirketi “Maersk” ün
binalarını gördük. Ayrıca “Noma” isimli Michelin yıldızlı çok önemli bir
restoranı da. Orada yemek yemenin bütçemizi sarsacağını düşünerek aklımızdan
bile geçirmedik. Bir de “Christianshavn” denilen daha ciks ve sayfiye yeri
kıvamındaki bölgeye uğradık. Buradaki evler, bitkiler ve tekneler gerçekten
bakımlıydı ve klas bir hava saçıyordu.
Christianshavn |
şurada ömür güzel geçer sanki... |
Lego dükkanı artık
bizi bekliyordu. İçerisi bir şekerci dükkanını andırıyordu adeta ve çocuklar
gibi şendik. Her kutunun içi yüzlerce Lego parçasıyla dolu. Nyhavn’ın Legolardan
inşa edilmiş bir maketi de vardı içeride. Koskoca bir duvar da güzel bir şehir
manzarası oluşturacak şekilde sadece Legoyla kaplanmış. Oradan ayrılmak zor
oldu. İncelenecek çok ayrıntı vardı.
plastikten şekerler sanki... |
Danimarkalı yazar Hans
Christian Andersen’in masallarının görselleştirildiği müzede resmen çocukluğumuza
geri döndük. Müze de denmez ki buraya aslında. Kibritçi kız, Kurşun asker,
Çıplak Kral karşınızda dikiliyor birer birer. Ayrıca Andersen’in sevdiğimiz bir
lafı da burada gözümüze çarptı “At rejse er at leve” – “Seyahat etmek
yaşamaktır”. Masalcı adam seyahat etmeyi o kadar seviyormuş ki, zaman içinde
okuyucularına seyahatnameler de yazmış. Biraz ironik olacak ama, ortamın tadını
çıkarabilmeniz için dua edin ki içerisi çocuklarla dolu olmasın!
Andersen ilham gelmesini bekliyor galiba! |
"Gezmek yaşamaktır" demiş Andersen, doğru demiş. |
Kral çıplaaaakkk!!! demek cesaret işi... |
“Ripley’s Belive It or
Not!” müzelerinden biri de Kopenhag’da. Burayı da müze olarak adlandırmak zor
ama eğlenceli vakit geçireceğiniz bir gerçek. Her köşebaşında bir muziplik ve
şaşırtıcı detaylar. Napolyon’un sürekli değişen imzasının örnekleri, günde
sekiz evlilik teklifi alan sakallı kadın Antonia’nın fotoğrafı (sakalı nereden
baksanız 20-30 cm vardı!), kağıttan gelinlik, dünyanın en nadir bulunan
yumurtası (tavuk yumurtasının 183 katı büyüklüğünde bir fil kuşu yumurtası),
bir pirincin üzerine yazılmış bir mektup.. ve benzeri türlü abuk sabuk şey
hepsi bir arada! =)
Napolyon'un kararsız bir kişiliği mi vardı acaba? |
!?!?!?!? |
Merkez tren istasyonunun
hemen karşısında bitiveren Tivoli Bahçeleri 1853’te kurulmuş başkentlilerin eğlence
ve kültür merkezi. Kopenhag kart alırsanız bir kereye mahsus içeri giriş
bedavaya oluyor. Hakkımızı, buraya Cuma akşamüstü girerek kullandık. İsabetli
bir karardı. Sanki çoluk çocuk, yaşlı genç, bütün şehir buradaydı ve her köşe
cıvıl cıvıldı. Kalabalığın bir sebebi de muhtemelen “Aqua” konseriydi. Erkekler
bile avaz avaz bağırarak "I'm a barbie girl” şarkısını söylüyordu!
Tivoli’de binmenin akıllı işi olmadığını düşündüğüm türlü lunapark alet ve edavatı vardı. Tal’ın da ısrarıyla tıpkı Gröna Lund’da olduğu gibi birine binmeyi gözüm yedi. 4’te 1’im yaşındaki çocuklar güle oynaya bir halde sırada beklerken ben içim titreye titreye kurbanlık koyun gibi sıradaydım yine. Nitekim, madenci olduğumuz ve karanlık tünellere girdiğimiz roller ın üstündeyken şipşak çekilen fotoğraflarımıza baktığımızda sorun bende mi acaba diye düşündüm bir kez daha. Herkes ne kadar mutluydu! Bense öyle acılar içinde ve korkmuş haldeydim ki. Bu poz şu anda ibret-i alem olması amacıyla buzdolabımızın üstünde magnet halinde takılı.
Masaldan fırlamış gibi.. |
hayır hayır.. çok yükseklere çıkıp 360 derece dönen bu kamikaze uçağına binmedim! |
İçeride bir de yapay bir göl ve tropik balıkların olduğu dev akvaryum
var. Burada yemek yemek için de seçenek bol. Fiyatları göze alıyorsanız, yerel
lezzetler tadabilirsiniz. Biz Tivoli'deki Wagamama’da nispeten ucuza Uzakdoğu
yemekleri yedik. Bir de ertesi gün için yüzde 20 indirim kuponu verince
gönlümüzü fethettiler. =) Hava karardıkça etraftaki neşeli insan oranı ve
gürültüsü de gitgide arttı. Hiç rahatsızlık verdi mi derseniz, yoo..
Ertesi gün ilk olarak Andersen’in
“Den lille havfrue – Küçük denizkızı” masalına ithafen Edvard Eriksen
tarafından yapılan denizkızı heykelini denizden sonra bu sefer de karadan görmeye gittik. 1913’te dikilen bu heykelin dünyada
ünü büyük ve ziyaretçisi de çok. Küçük denizkızı heykelinin boy boy figürlerini
satan seyyar çift iyi yere tezgah açmış. Figürler kapış kapış gidiyordu. Buraya
gelmek için otobüse bindik. Dönüşte ise yol üstündeki diğer yerlere uğrayarak
yaya takıldık.
Küçük denizkızı yaz-kış oturmuş bekliyor orada. |
Danimarkalılar’ın en gurur duydukları dini yapıları St. Saviour’s – (Sarmal ) Kilise imiş. Bunu tekne turu sırasındaki rehber de söylemişti. Kilisenin mimarisi enterasan. Kulesinin en tepesine döne döne çıkıyorsunuz ve bir yandan da daracık merdivende rüzgarı hissedip dizleriniz titreyerek (ben de yükseklik korkusu olduğu için, o kadar etkilendim sanırım) Kopenhag manzarasını seyrediyorsunuz.
Sarmal Kilise |
Bu kadar dar merdiven olur mu yahu? |
İskandinavya’daki kiliselerin genel özelliği dışlarının olduğu kadar içlerinin de çok sade olması. İçeride pek öyle tablo, heykel, ikona, mozaik, yazı vs. yok. Duvarlar genellikle düz beyaz boyanmış.
Bu ruhani yerin çıkışında, kendini Avrupa Birliği’nden ayrı tutan insanların yaşadığı bir toprak parçası olan Christiania’ya doğru yürüdük. Şehrin orta yerindeki bu bölge bir gölün kenarında kurulu. İçeride müstakil evlerin yanında, kafe/lokanta, kıyafet/hediyelik eşya/takı/ot satışı da yapılan tezgahlar var. Çocuk eğlence merkezi gibi bir yerin de olması bizi şaşırttı. Tesadüfen bulduğumuz ufak tepeciğin üstündeki ağacın altında bir kayaya oturup mola verdik. Muhteşem bir göl manzarası vardı karşımızda da.
Önünde büyükçe bir yük taşıma sepeti bulunan bisikletler, Christianialılar’ın şehre armağanı sayılabilir. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Biz kimseye çaktırmadan çekmeye çalıştık. Ayrılırken altından geçtiğimiz kapının üzerinde “You are now entering the EU. – Şimdi AB’ye giriş yapıyorsunuz.” yazıyor. Bizler zaten AB’de olMAmaya alışkınız. O yüzden Christiania’daki konumumuzu yadırgadığımız söylenemez. Zaman zaman kapatılacağına dair söylemlere de maruz kalsa, Christiania’a sahip çıkıyor orada yaşayan insanlar. Orası onların düşüncelerini özgürce dile getirdikleri ve istedikleri gibi yaşadıkları sığınakları.
"Şimdi AB'ye giriş yapıyorsunuz" |
"Christiania'yı koruyun" |
“Smorrebrod” Danimarka’ya özgü bir nevi sandviç ama biz
denemedik. Çok çeşidi var; deniz ürünlüsü, etlisi, sebzelisi, peynirlisi, vs. Tal
ekmeğinden fışkıran büyük sosislilerden de yedi. Pek sıcak bakmasam da tadının
güzel olduğunu iddia ettiği için ben de denedim. Gerçekten de o güne kadar
yurtdışında yediğim en iyi sosisliydi. Kahvaltı için 2 sabah da tren
istasyonunun çaprazındaki Turist Ofisi’nin içinde yer alan cafeye çöreklendik.
Adı “Lagkagehuset” idi. Çöreklendik kelimesi yediğimiz enfes çöreklerle de
ilişkilendirilebilir. Bütçeyi de sarsmayan şekilde karnınızı doyurabilirsiniz.
Tereyağı ve peynirle çok güzel gidiyor o tahıllı ekmekler. |
Pazar günü havaalanına kadar olan zamanımızı Ulusal Müze ve Carlsberg’e ayırdık. Ama Nationalmuseet – Ulusal Müze’yi gezmesek de olurmuş diye düşündük açıkçası. Danimarka’ya ait etnografik koleksiyonu, kraliyet koleksiyonunu, Danimarka ortaçağ ve rönesans koleksiyonunu, vs gibi şeyleri merak ediyorsanız ayrı tabi. Burada sergilenen en önemli parçalardan birisi Erken Bronz Çağı’ndan kalma Güneş Arabası. Altın güneş üzerindeki zarif spiral süs İskandinav kaynaklı olduğunun göstergesiymiş.
Güneş Arabası |
Ford-T den de bir Carlsberg yük arabası yapmışlar. Bir de dünyadaki birçok ülkenin birasına ait açılmamış şişelerden oluşan bir şişe koleksiyonu var. Guinness rekorlar kitabına da “En büyük şişe koleksiyonu” olarak girmiş. Haziran 2011 itibariyle koleksiyonda 20.214 şişe vardı. Tabi ki Türkiye’den de şişeler gördük. “Efes Pilsen” ve “Tuborg” şişeleri! Bizim gözümüze ilişmemiş başka markaların da olması muhtemel..
Koleksiyon almış başını gitmiş. |
Artık İskandinavya gezimizin sonuna gelmiştik. Kastrup
Havalimanına doğru yola çıkmadan önce, biraz da ev için alışveriş yaptık. =) Birkaç
paket Kanel ve birkaç şişe de Bacardi Breezer’ı sıkıştırdık bavula. İyi ki de
yaptık. Döndükten sonra sıcak yaz akşamüstlerinde Breezer’ları yudumlarken
yanında da Kanel’leri mideye indirip durduk... =)
Şanslıysanız
++ Carlsberg Müzesi’ne farkında olmadan yanlış yerden
girer ve müzeyi bedavaya gezersiniz... =)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder