OSLO
Norveç’in yemyeşil başkenti Oslo, bizi
gri bir sis tabakasıyla karşıladı. Aylardan Haziran’dı halbuki. Gardermoen
havaalanından şehir merkezine gelmek bizim için biraz zahmetli oldu. Aslında
normalde direkt olarak tren geliyormuş. Ama biz oradayken bir bakım çalışması
olduğundan, Lillestrom’da trenden inip otobüse aktarma yaptık. Fiyordlarıyla
ünlü ülkenin bu güzel şehri de bir fiyordda, Oslo fiyordunda kurulmuş.
|
Norveç geyikleri... |
Burada geçirecek 3 günümüz vardı. İlk
gün dışında diğer günler bol güneş hem bizi hem Oslolular’ı ısıttı. Onların
güneşle olan ilişkisi sanki bizimkinin yanında çok daha kutsal. Biz güneşin
kıymetini bilmiyoruz. Onlar içinse güneş resmen tapılası bir varlık. Güneşi
gören soyunuyordu desek yeridir. Parklarda bahçelerde sere serpe insanlar her
fırsatta güneşin tadını çıkarıyordu.
Cumartesi günü ilk durağımız Karl Johans
caddesi idi. Burası merkez tren istasyonundan Kraliyet Sarayı'na kadar uzanan epey uzunca bir alışveriş caddesi ve epeyce de kalabalıktı. 3
günlük bir “Oslo Card” satın aldık. Her köşe başında H&M mağazası ve Burger
King, Mc Donald’s ya da 7/11 var. Olması da bizim işimize geldi. Normal bir
restoranda yemek yemek oldukça pahalıydı. Bu fast food restoranlarda bile 1
menü bizdekinin neredeyse 3 katı pahadaydı, yani 30-35 TL’ye denk geliyordu! O
yüzden tavsiyemiz bir kere paranıza kıyıp mutlaka güzel bir yerde yemek yiyin.
Diğer günler fast food takılabilirsiniz.
|
Denizden Aker Brygge manzarası... |
İkinci durağımız olarak Aker Brygge’yi
seçtik. Burası anladığımız kadarıyla Oslo’nun en ciks bölgesi kabul ediliyor.
Kuzey denizi kenarında inşa edilmiş eskiden tersane olan kompleksin içindeki restoranlar,
dükkanlar, cafelerden oluşuyor. Kırmızı tuğlalarda kaplı bu binalar havalı duruyor.
Ayrıca çevredeki adalara kalkan tekneler de buraya yanaşmış. Yürüyüş yapmak
keyifli. Eğer üşürseniz, içeride şöminesi yanan cafelerden birine oturup
çayınızı, kahvenizi içebilirsiniz. Fiyatlar Norveç’in genelinde olduğu gibi
oldukça tuzlu olduğundan, sadece çay / kahve içmekle yetinirseniz faydanıza olur.
;)
|
Suyun üstünde bile heykeller vardı... |
|
Aker Brygg'de hiç sönmeden yanan barış meşalesi... |
Muhtemelen Euro yerine hala kendi para
birimleri Norveç Kronu’nu (NOK) kullandıkları için hemen hemen her dükkanda
kredi kartınızı kullanabiliyorsunuz. Eve dönüşte kredi kartı ekstresi faciası
yaşamak istemiyorsanız da harcamalarınızı dikkatli yapmanız şiddetle tavsiye
olunur. (Bu tavsiye İsveç ve Danimarka içinde geçerlidir.) Harcamalarımızı aza
indirmenin bir başka yolu da Oslo Card alırsanız, onun bazı pizzacılarda,
cafelerde sağladığı indirimleri kullanmak. Ayrıca sokaklarda bedava tanıtımı
yapılan yiyecek/içecek ya da bir hizmet görürseniz kaçırmayın, yararlanın. Yanınızda
marketten alacağınız ve günboyu çantanızda taşıyabileceğiniz kraker, muz
(yemesi en kolay meyve, hem de enerji verir), kek, vs gibi atıştırmalıklar
bulunsun. Avrupa genelinde su çok ama çok pahalı ama Oslo’da ultra pahalı!
Yarım litrelik pet şişede su neredeyse 7-8 TL! Ayrıca normal içme suyu aldım
sanırken aslında gazlı su/soda almış olabilirsiniz. Şişeleri birbirine oldukça
benzer. O yüzden almadan önce en kesin çözüm gazlı olup olmadığını kasaya
sorun. Ayrıca bir başka taktik de şişenin sertliği. Yumuşak plastiklerde normal
su, çok daha sert plastikten şişelerde gazlı su oluyor. (Bunu da Viyana’da bir
marketteki görevliden öğrendik =) ). Birkaç kere kana kana su içmek isteğimiz
kursağımızda kaldı bu yüzden.
|
Vigelands Parkı'ndaki onca güzel yürüyüş yolundan biri... |
Üçüncü duraksa Vigelands Park oldu.
Elimizde haritamız yürüyerek gitmeye karar verdik. Şehrin ortasındaki içi
heykellerle dolu bu park, inanın içimizi açtı. En popüler heykeller, “Crying
Boy” ve tabi 17 metre boyuyla içiçe geçmiş “121 İnsan” heykeli.
|
Gerçekten tam bir "Crying Boy! " |
|
"121 insan heykeli" |
Parkın kenarına
konuşlanmış tek ya da iki katlı villalarda ömür öyle güzel geçer ki.
Sessizliğin içinde ve yemyeşil ağaçlara bakarak. Resmen sapıklar gibi perdeleri
açık evlerin içlerini sinsi sinsi izleye izleye geçtik oralardan. Karlar
altındaki halini de canlandırdık zihnimizde. En az yazınki kadar güzeldir
herhalde.
|
Sayfiye yeri gibi... |
|
Vigelands Park ve heykeller |
Yaz aylarında uzun gündüzler yaşanıyor
burada. İlk günümüzde gecenin 11’i, 12’si olduğunu algılamakta zorlandık. O
saatlerde bile hava hala aydınlıktı. Bunun tersinin yaşandığı kış aylarını da
çok aklımıza getirmemeye çalıştık. Otele dönüş yoluna geçtik ama biraz
kaybolmuştuk. İskandinavların soğuk insanlar olduğu önyargısını, yol sordugumuz
yardımsever Norveçli 15 dakika boyunca otele nasıl gideceğimizi tarif ederek
yerlebir etti.
Norveçliler’de gece hayatı geleneği de şöyleymiş.
İçki fiyatları barlarda ve klüplerde yüksek olduğundan insanlar önce
birilerinin evinde toplanıyor burada içiyor, ondan sonra bir bara ya da klübe
gidiyormuş. Oradan çıkışta tekrar aynı eve de dönmek mümkünmüş. Işte biz de
pencereleri açık olan üst katlardaki bazı apartman dairelerinden gelen kahkaha
ve müzik seslerini duyup, pencere önündeki eli kadehli insanları görünce bu
geleneğe şahit olduğumuzu anladık.
|
Gece vakti bir ev partisi... |
Pazar günümüzü müzeleri gezmeye ayırdık.
Müze adasına doğru otobüsle yola çıktık. İlk olarak “Vikingskiphuset”e gittik.
Burada 3 tane Viking gemisi ve Vikinglere ait çeşitli eşyalar sergileniyordu.
Viking Çağı, MS 800 ile 1050 yılları arasında yaşanmış. Mükemmel denizciler
olan Vikingler kuzey yarıkürede birçok sefer gerçekleştirmiş. Müzedeki 3
geminin adı Oseberg, Gokstad ve Tune idi. Oslo fiyordu civarında bulunan
gemilerin üçü de 9.yy’da yapılmış ve daha sonra zengin kimselerin gömülme
gemisi olarak kullanılmış. Yani bir nevi tabut işlevi görmüşler.
|
Gokstad gemisi |
Adada müzelerin dışında insanların bahçe
içindeki konutları da var. “Frammuseet” yani “Fram müzesi”ne giderken bu şirin
evleri de gördük. Fram Norveçliler’in gurur duyduğu bir gemi. Kuzey kutbunda
birçok geziye çıkmış bu keşif gemisi olduğu gibi müzenin içine yerleştirilmiş.
İç kısımlarına girebilir, güvertesinde yürüyebilirsiniz. Geminin etrafında da
denizcilerin kullandığı birçok alet-edavat ve kişisel eşyaları sergileniyor.
|
Fram gemisi |
|
Müzenin içindeki Fram gemisi |
|
Fram'dakilerin kullandığı bir güneş gözlüğü |
Sırada hemen Fram müzesinin yanındaki
“Kon-Tiki museet” vardı. Kon-Tiki aslında bir bakıma inancın zaferinin müzesi.
Çünkü Thor Heyerdahl, Peru'dan yola çıkıp Pasifik Okyanusu’nu geçerek Polinezya'ya eski insanlar gibi bir sal kullanarak geçebileceğine inanmış ve bunu başarmış da. Müzede bu yolculuğa ve Heyerdahl'ın diğer yolculuklarına ilişkin bilgiler ve eşyalar sergileniyor. En dikkat çekenler de kullanılan sallar tabi ki...
|
Kon Tiki müzesi |
|
Tek bir kamara.. |
Norveçliler tarihleri boyunca
denizcilikle hep içiçe olmuş, gezdiğimiz müzelerde bunun kanıtı oldu aslına
bakarsanız. Adada bir de geleneksel hayatın anlatıldığı Norveç Kültürel Tarih
Müzesi-Norsk Folkemuseum vardı ama burayı es geçtik. Adadan ayrılmak için
otobüs yerine bu sefer tekneye binmeye karar verdik. Teknenin gelmesini
beklerken adadan anakara manzarasını izledik, etrafta biraz dolandık, sahildeki
teknelere baktık. Ardından kısa bir deniz yolculuğuyla Aker Brygge’ye vardık.
|
Belediye Binası üzerindeki heykeller |
Edvard Munch eserlerinin de sergilendiği
“National Museum”u ararken kısa süreli, hafif bir yağmura yakalandık. Uzakdoğuluların
birlikte fotoğraf çektirebilmek için “Çığlık” tablosuna bayağı yakınlaşması ve
güvenlik görevlisi teyzeyi tilt etmesi görülmeye değerdi. Müzede daha birçok
ünlü ressama ve heykeltraşa ait eser var. Çıkışta, girişte size verilen renkli
stickerı çöp kutusunun üstüne yapıştırın. Bu bir gelenek olmuş!
|
Scream - Çığlık |
Müze çıkışında, Slottet-Kraliyet
Sarayı’na doğru yürüdük. Sarayın halka açık kocaman bir bahçesi var. çoluk
çocuk, gençler, aileler yayılmış çimenlerin üstüne, güneşleniyordu. Biz de ağaç
gölgesinin (!) altında bir bank bulup oturduk, dinlendik, birşeyler atıştırdık,
insanları izledik.
|
Kraliyet Sarayı'nın bahçesinde herkes güneşlenme derdinde.. |
Sıra, şehirden dağlara doğru
bakıldığında seçilen Oslo’nun başka bir simgesi olan Holmenkollen’e gitmeye
gelmişti. Holmenkollen kasabasındaki Ulusal Kayak Merkezi’nde birçok şampiyona düzenlenmiş. Kar altındayken
muhtemelen daha iyi gözüken bu yerin karsız halinde özellikle kayakla atlama
pistinin heybeti ortaya çıkmıştı. En tepesine tırmanırken insanın başı dönmüyor
değil. Hediyelik eşya dükkanının da olduğu yukarıdaki bölümde 5D sinema var ama
çok da başarılı değil, hatta biraz mide bulandırıcı.
|
Holmenkollen kayakla atlama pisti |
|
O yükseklikten kayaklarla atlamak yürek ister... |
Buraya sırf Oslo merkezden sizi
Holmenkollen’e çıkaran tramvayın güzergahındaki harika manzaralara tanık olmak için
bile gelinir. Yolculuk yaklaşık 20 dakika sürdü ve tramvay kıvrıla kıvrıla hiç
zorlanmadan o yüksekliğe çıktı.
|
Tramvaydan süper güzel Oslo manzarası |
Karnımız iyiden iyiye acıkmıştı. Kaldığımız
otelden bize yerel lezzetler tadabileceğimiz fazla da pahalı olmayan bir
lokanta tavsiyesi istediğimizde Aker Brygge’ye gitmeyin demişler, onun yerine
Egon’u tavsiye etmişlerdi. Tavsiyeye uyduk Karl Johans caddesi üzerindeki
Egon’a gittik. İçerisi oldukça kalabalıktı. Self servis ve garson servisi
karışımı bir sistem uygulanıyordu. Siparişimizi menüden seçip kasaya kendimiz
söyledik, parasını ödedik, masamıza geçtik, garson yemeklerimizi getirdi. 2
kişilik bir menü için çok fazla para verdik ama sırf balık çorbası için değmiş
olabilir. Içi koca koca parça balık, deniz mahsülü, sebzelerle dolu leziz bir
çorba içtik. Meşhur somon ve tereyağlı/ekşi kremalı fırın patates de fena değildi. Tabaklarımızda
tek bir tane bırakmadan son damlasına kadar herşeyi yedik. Ödediğimiz paranın
karşılığını sonuna kadar almalıydık. =)
|
Balık çorbasının resmini çekmek kasenin yarısına gelince aklımıza gelmiş... |
|
Somon ve fırında patates ikilisi güzel gidiyor. |
Yemekten sonra, deniz kenarındaki
bembeyaz Opera binasına doğru yürümeye başladık. Inanmayacaksınız ama artık
güneş batmaya başlamıştı. Ilginç bir mimariye sahip bu binanın yanındaki yokuş
kısımdan çatısına çıktık. Bina uzaktan bakıldığında sanki kocaman bir buzdağı
gibi gözüküyordu.
|
Buzdağı opera binası |
Oslo’daki son günümüz Pazartesi günü
gelip çatmıştı. Bir zamanlar mahkumların hapsedildiği “Akershus” kalesinin
surlarının dibine şimdilerde kruz gemileri yanaşmış durumda. İnsanlık epey yol
almış “izlenimi veriyor”. Bu kale günümüzde de askeri bölge. Içerisinde
askerler nöbet tutuyor.
|
Akershus kalesi |
Kalenin içinde zindanlar, toplantı ve balo odaları,
yatak odaları, bir şapel bulunuyor. Tabi eski eşyalar, tablolar, heykeller,
flamalar, armalar da.
|
Bıyıklarına kurban! |
Kalenin bir binası da Direniş Müzesi olarak düzenlenmiş.
Neye karşı direniş diye düşünecek olursanız, Nazi işgaline karşı. Müzenin
girişinde tüfeklerden yapılmış çarpıcı bir heykel çalışması var. İşgale hangi
yöntemlerle ve şartlar altında direnildiği yanında, Nazilerce toplanıp kamplara
götürülen Norveçli mahkumlara ait kıyafetler, günlükler de burada sergileniyor.
Görsel ve sesli açıdan etkileyici bir müzeydi burası. Çıkışta gördüğümüz duvara
asılı yazı Norveçlilerin böyle bir işgali bir daha asla kabul etmeyeceklerinin
sözü gibiydi. “Five years of foreign occupation at end. Never again. – Beş
yıllık yabancı işgali sona erdi. Bir daha asla.”
|
"Bir daha asla!..." |
Öğle yemeği için Oslo Pass’ın indirim
sağladığı Peppes Pizza’ya gittik. Tren garından çıkan insanları izleyerek
kocaman bir pizzayı zar zor bitirdik. İndirim
kuponlarından yararlanmayı ihmal etmeyin. Bu arada şu rahatlıkla
söylenebilir ki, İskandinavya’daki bütün umumi tuvaletler temiz.
Yemek
bitiminde durum değerlendirmesi yaptık ve gördük ki aklımızdaki bütün yerleri
gezmiştik. Oslo Pass kitapçığını açıp bedava giriş olan müzeleri taramaya
başladık ve Sürüngen müzesi gözümüze çarptı. Aslına bakarsanız bir müzeden çok
bir “pet shop”u andıran 2 katlı binada iyi vakit geçirdik. Loş ve nemli bu yeri
bizden başka gezen kimse yoktu. Kara dul da dahil örümcekler, renkleriyle
cezbeden, minicik ama çok zehirli olan kurbağalar, canlıları zehirleyerek ya da
boğarak öldüren yılanlar, bir koca timsah, envai çeşitte bukalemunlar, balıklar
– piranhalar, kaplumbağalar, bir papağan vs. gördüklerimiz arasındaydı.
|
Piranha sürüsü |
|
Bize mi bakıyor yan yan? |
|
Fotoğrafda büyük gibi duruyor ama mini minnacık aslında.. |
Bir de ortalıkta
koşturan ve babası muhtemelen orayı işleten uzun sarı saçlı, kırpkırmızı
yanaklı minik kız!. Orada gördüğümüz tuhaf yaratıklar içerisinde en şiriniydi
kendisi =)
Çıktıktan sonra biraz da Grünerlokka bölgesini
gezelim dedik ve bindik otobüse. Oslo’nun bu daha az turistik ve çok kültürlü bölgesinde
Osloluların hayatlarını sürdürdükleri evlerini gördük, sokak aralarında
dolaştık. Nispeten tarihi doku yerini büyük ama düzenli yerleştirilmiş
apartmanlara bıraktı. Kapı önlerindeki arabalar lükslükten uzaklaştı. Yaz
güneşinden faydalanmak isteyenlerin pencereleri açık, tülleri uçuşuyordu. Anne,
baba ve çocuğun oluşturduğunu düşündüğümüz hippi aile de apartman girişindeki
merdivenlerde oturmuş güneşleniyordu. =)
Otobüsle bilmediğimiz yerleri keşif gezimizi
biraz daha şehrin dışına doğru genişletmeye karar verdik. Durakta avını
bekleyen avcılar gibi başladık beklemeye ve gelen ilk otobüse bindik. Çok da
kalabalık olmayan otobüs tırmanışa geçti ve şehrin banliyölerine doğru
yolculuğumuz başlamıştı. Şehir merkezindeki gibi site şeklinde yüksek ve geniş
apartmanlar, siteler vardı yol boyunca. Ama hiçbir keşmekeş, karmakarışıklık
yoktu. Hele ki “gecekondu” şeklinde bir yapılaşma asla. Yollar kaymak gibiydi
ve yemyeşil ağaçların içinden geçtik. Son durak “Snaroya” idi. Aynı otobüsle
geri dönmek için beklerken biraz etrafta dolandık. Hava geç karardığı için
saatin gece 10:00’a yaklaştığının farkına varmamıştık. =)
|
Saat 22:33 - Hava aydınlık!! |
Ertesi sabah saat 07:00’deki Stockholm trenine
yetişebilmek için erken uyumalı ama daha öncesinde de bavullarımızı
toplamalıydık. Geldiğimizde bizi yağmur karşılamıştı. Dönüşümüzde de yağmur
uğurladı.
Biz döndükten yaklaşık bir ay sonra,
Oslo’da bir psikopat katliam yaptı. Bildiğiniz gibi birçok insan öldü, hem de
sebepsiz yere. Insanların orada sürdüğü hayatı gördükten sonra, böyle bir
olayın orada bile olabileceğine inanmak gerçekten güç oldu. Ama insanın olduğu
yerde her şey oluyor. Bunu da bir kez daha anlamış olduk...
Şanslıysanız...
++ Oslo genelinde her şeyde ama her şeyde %70 indirim kampanyası başlamıştır. =)
1 yorum:
Oslo'da ben yokken nasıl bu kadar güzel olabilir ki ?
Yorum Gönder