29 Temmuz 2012 Pazar

BU SEFER OSLO, NORVEÇ'E...

OSLO

Norveç’in yemyeşil başkenti Oslo, bizi gri bir sis tabakasıyla karşıladı. Aylardan Haziran’dı halbuki. Gardermoen havaalanından şehir merkezine gelmek bizim için biraz zahmetli oldu. Aslında normalde direkt olarak tren geliyormuş. Ama biz oradayken bir bakım çalışması olduğundan, Lillestrom’da trenden inip otobüse aktarma yaptık. Fiyordlarıyla ünlü ülkenin bu güzel şehri de bir fiyordda, Oslo fiyordunda kurulmuş.

Norveç geyikleri...











Burada geçirecek 3 günümüz vardı. İlk gün dışında diğer günler bol güneş hem bizi hem Oslolular’ı ısıttı. Onların güneşle olan ilişkisi sanki bizimkinin yanında çok daha kutsal. Biz güneşin kıymetini bilmiyoruz. Onlar içinse güneş resmen tapılası bir varlık. Güneşi gören soyunuyordu desek yeridir. Parklarda bahçelerde sere serpe insanlar her fırsatta güneşin tadını çıkarıyordu.


Cumartesi günü ilk durağımız Karl Johans caddesi idi. Burası merkez tren istasyonundan Kraliyet Sarayı'na kadar uzanan epey uzunca bir alışveriş caddesi ve epeyce de kalabalıktı. 3 günlük bir “Oslo Card” satın aldık. Her köşe başında H&M mağazası ve Burger King, Mc Donald’s ya da 7/11 var. Olması da bizim işimize geldi. Normal bir restoranda yemek yemek oldukça pahalıydı. Bu fast food restoranlarda bile 1 menü bizdekinin neredeyse 3 katı pahadaydı, yani 30-35 TL’ye denk geliyordu! O yüzden tavsiyemiz bir kere paranıza kıyıp mutlaka güzel bir yerde yemek yiyin. Diğer günler fast food takılabilirsiniz. 
Denizden Aker Brygge manzarası...
İkinci durağımız olarak Aker Brygge’yi seçtik. Burası anladığımız kadarıyla Oslo’nun en ciks bölgesi kabul ediliyor. Kuzey denizi kenarında inşa edilmiş eskiden tersane olan kompleksin içindeki restoranlar, dükkanlar, cafelerden oluşuyor. Kırmızı tuğlalarda kaplı bu binalar havalı duruyor. Ayrıca çevredeki adalara kalkan tekneler de buraya yanaşmış. Yürüyüş yapmak keyifli. Eğer üşürseniz, içeride şöminesi yanan cafelerden birine oturup çayınızı, kahvenizi içebilirsiniz. Fiyatlar Norveç’in genelinde olduğu gibi oldukça tuzlu olduğundan, sadece çay / kahve içmekle yetinirseniz faydanıza olur. ;)

Suyun üstünde bile heykeller vardı...

Aker Brygg'de hiç sönmeden yanan barış meşalesi...
Muhtemelen Euro yerine hala kendi para birimleri Norveç Kronu’nu (NOK) kullandıkları için hemen hemen her dükkanda kredi kartınızı kullanabiliyorsunuz. Eve dönüşte kredi kartı ekstresi faciası yaşamak istemiyorsanız da harcamalarınızı dikkatli yapmanız şiddetle tavsiye olunur. (Bu tavsiye İsveç ve Danimarka içinde geçerlidir.) Harcamalarımızı aza indirmenin bir başka yolu da Oslo Card alırsanız, onun bazı pizzacılarda, cafelerde sağladığı indirimleri kullanmak. Ayrıca sokaklarda bedava tanıtımı yapılan yiyecek/içecek ya da bir hizmet görürseniz kaçırmayın, yararlanın. Yanınızda marketten alacağınız ve günboyu çantanızda taşıyabileceğiniz kraker, muz (yemesi en kolay meyve, hem de enerji verir), kek, vs gibi atıştırmalıklar bulunsun. Avrupa genelinde su çok ama çok pahalı ama Oslo’da ultra pahalı! Yarım litrelik pet şişede su neredeyse 7-8 TL! Ayrıca normal içme suyu aldım sanırken aslında gazlı su/soda almış olabilirsiniz. Şişeleri birbirine oldukça benzer. O yüzden almadan önce en kesin çözüm gazlı olup olmadığını kasaya sorun. Ayrıca bir başka taktik de şişenin sertliği. Yumuşak plastiklerde normal su, çok daha sert plastikten şişelerde gazlı su oluyor. (Bunu da Viyana’da bir marketteki görevliden öğrendik =) ). Birkaç kere kana kana su içmek isteğimiz kursağımızda kaldı bu yüzden.
Vigelands Parkı'ndaki onca güzel yürüyüş yolundan biri...


Üçüncü duraksa Vigelands Park oldu. Elimizde haritamız yürüyerek gitmeye karar verdik. Şehrin ortasındaki içi heykellerle dolu bu park, inanın içimizi açtı. En popüler heykeller, “Crying Boy” ve tabi 17 metre boyuyla içiçe geçmiş “121 İnsan” heykeli.
Gerçekten tam bir "Crying Boy! "


"121 insan heykeli"


Parkın kenarına konuşlanmış tek ya da iki katlı villalarda ömür öyle güzel geçer ki. Sessizliğin içinde ve yemyeşil ağaçlara bakarak. Resmen sapıklar gibi perdeleri açık evlerin içlerini sinsi sinsi izleye izleye geçtik oralardan. Karlar altındaki halini de canlandırdık zihnimizde. En az yazınki kadar güzeldir herhalde.
Sayfiye yeri gibi...

Vigelands Park ve heykeller

Yaz aylarında uzun gündüzler yaşanıyor burada. İlk günümüzde gecenin 11’i, 12’si olduğunu algılamakta zorlandık. O saatlerde bile hava hala aydınlıktı. Bunun tersinin yaşandığı kış aylarını da çok aklımıza getirmemeye çalıştık. Otele dönüş yoluna geçtik ama biraz kaybolmuştuk. İskandinavların soğuk insanlar olduğu önyargısını, yol sordugumuz yardımsever Norveçli 15 dakika boyunca otele nasıl gideceğimizi tarif ederek yerlebir etti.

Norveçliler’de gece hayatı geleneği de şöyleymiş. İçki fiyatları barlarda ve klüplerde yüksek olduğundan insanlar önce birilerinin evinde toplanıyor burada içiyor, ondan sonra bir bara ya da klübe gidiyormuş. Oradan çıkışta tekrar aynı eve de dönmek mümkünmüş. Işte biz de pencereleri açık olan üst katlardaki bazı apartman dairelerinden gelen kahkaha ve müzik seslerini duyup, pencere önündeki eli kadehli insanları görünce bu geleneğe şahit olduğumuzu anladık.

Gece vakti bir ev partisi...
Pazar günümüzü müzeleri gezmeye ayırdık. Müze adasına doğru otobüsle yola çıktık. İlk olarak “Vikingskiphuset”e gittik. Burada 3 tane Viking gemisi ve Vikinglere ait çeşitli eşyalar sergileniyordu. Viking Çağı, MS 800 ile 1050 yılları arasında yaşanmış. Mükemmel denizciler olan Vikingler kuzey yarıkürede birçok sefer gerçekleştirmiş. Müzedeki 3 geminin adı Oseberg, Gokstad ve Tune idi. Oslo fiyordu civarında bulunan gemilerin üçü de 9.yy’da yapılmış ve daha sonra zengin kimselerin gömülme gemisi olarak kullanılmış. Yani bir nevi tabut işlevi görmüşler.
Gokstad gemisi
Adada müzelerin dışında insanların bahçe içindeki konutları da var. “Frammuseet” yani “Fram müzesi”ne giderken bu şirin evleri de gördük. Fram Norveçliler’in gurur duyduğu bir gemi. Kuzey kutbunda birçok geziye çıkmış bu keşif gemisi olduğu gibi müzenin içine yerleştirilmiş. İç kısımlarına girebilir, güvertesinde yürüyebilirsiniz. Geminin etrafında da denizcilerin kullandığı birçok alet-edavat ve kişisel eşyaları sergileniyor.
Fram gemisi

Müzenin içindeki Fram gemisi

Fram'dakilerin kullandığı bir güneş gözlüğü

Sırada hemen Fram müzesinin yanındaki “Kon-Tiki museet” vardı. Kon-Tiki aslında bir bakıma inancın zaferinin müzesi. Çünkü Thor Heyerdahl, Peru'dan yola çıkıp Pasifik Okyanusu’nu geçerek Polinezya'ya eski insanlar gibi bir sal kullanarak geçebileceğine inanmış ve bunu başarmış da. Müzede bu yolculuğa ve Heyerdahl'ın diğer yolculuklarına ilişkin bilgiler ve eşyalar sergileniyor. En dikkat çekenler de kullanılan sallar tabi ki...

Kon Tiki müzesi

Tek bir kamara..
Norveçliler tarihleri boyunca denizcilikle hep içiçe olmuş, gezdiğimiz müzelerde bunun kanıtı oldu aslına bakarsanız. Adada bir de geleneksel hayatın anlatıldığı Norveç Kültürel Tarih Müzesi-Norsk Folkemuseum vardı ama burayı es geçtik. Adadan ayrılmak için otobüs yerine bu sefer tekneye binmeye karar verdik. Teknenin gelmesini beklerken adadan anakara manzarasını izledik, etrafta biraz dolandık, sahildeki teknelere baktık. Ardından kısa bir deniz yolculuğuyla Aker Brygge’ye vardık.


Belediye Binası üzerindeki heykeller
Edvard Munch eserlerinin de sergilendiği “National Museum”u ararken kısa süreli, hafif bir yağmura yakalandık. Uzakdoğuluların birlikte fotoğraf çektirebilmek için “Çığlık” tablosuna bayağı yakınlaşması ve güvenlik görevlisi teyzeyi tilt etmesi görülmeye değerdi. Müzede daha birçok ünlü ressama ve heykeltraşa ait eser var. Çıkışta, girişte size verilen renkli stickerı çöp kutusunun üstüne yapıştırın. Bu bir gelenek olmuş!
Scream - Çığlık

Müze çıkışında, Slottet-Kraliyet Sarayı’na doğru yürüdük. Sarayın halka açık kocaman bir bahçesi var. çoluk çocuk, gençler, aileler yayılmış çimenlerin üstüne, güneşleniyordu. Biz de ağaç gölgesinin (!) altında bir bank bulup oturduk, dinlendik, birşeyler atıştırdık, insanları izledik.


Kraliyet Sarayı'nın bahçesinde herkes güneşlenme derdinde..
Sıra, şehirden dağlara doğru bakıldığında seçilen Oslo’nun başka bir simgesi olan Holmenkollen’e gitmeye gelmişti. Holmenkollen kasabasındaki Ulusal Kayak Merkezi’nde birçok şampiyona düzenlenmiş. Kar altındayken muhtemelen daha iyi gözüken bu yerin karsız halinde özellikle kayakla atlama pistinin heybeti ortaya çıkmıştı. En tepesine tırmanırken insanın başı dönmüyor değil. Hediyelik eşya dükkanının da olduğu yukarıdaki bölümde 5D sinema var ama çok da başarılı değil, hatta biraz mide bulandırıcı.
Holmenkollen kayakla atlama pisti

O yükseklikten kayaklarla atlamak yürek ister...
Buraya sırf Oslo merkezden sizi Holmenkollen’e çıkaran tramvayın güzergahındaki harika manzaralara tanık olmak için bile gelinir. Yolculuk yaklaşık 20 dakika sürdü ve tramvay kıvrıla kıvrıla hiç zorlanmadan o yüksekliğe çıktı.
Tramvaydan süper güzel Oslo manzarası

Karnımız iyiden iyiye acıkmıştı. Kaldığımız otelden bize yerel lezzetler tadabileceğimiz fazla da pahalı olmayan bir lokanta tavsiyesi istediğimizde Aker Brygge’ye gitmeyin demişler, onun yerine Egon’u tavsiye etmişlerdi. Tavsiyeye uyduk Karl Johans caddesi üzerindeki Egon’a gittik. İçerisi oldukça kalabalıktı. Self servis ve garson servisi karışımı bir sistem uygulanıyordu. Siparişimizi menüden seçip kasaya kendimiz söyledik, parasını ödedik, masamıza geçtik, garson yemeklerimizi getirdi. 2 kişilik bir menü için çok fazla para verdik ama sırf balık çorbası için değmiş olabilir. Içi koca koca parça balık, deniz mahsülü, sebzelerle dolu leziz bir çorba içtik. Meşhur somon ve tereyağlı/ekşi kremalı  fırın patates de fena değildi. Tabaklarımızda tek bir tane bırakmadan son damlasına kadar herşeyi yedik. Ödediğimiz paranın karşılığını sonuna kadar almalıydık. =)

Balık çorbasının resmini çekmek kasenin yarısına gelince aklımıza gelmiş...

Somon ve fırında patates ikilisi güzel gidiyor.
Yemekten sonra, deniz kenarındaki bembeyaz Opera binasına doğru yürümeye başladık. Inanmayacaksınız ama artık güneş batmaya başlamıştı. Ilginç bir mimariye sahip bu binanın yanındaki yokuş kısımdan çatısına çıktık. Bina uzaktan bakıldığında sanki kocaman bir buzdağı gibi gözüküyordu. 
Buzdağı opera binası
Oslo’daki son günümüz Pazartesi günü gelip çatmıştı. Bir zamanlar mahkumların hapsedildiği “Akershus” kalesinin surlarının dibine şimdilerde kruz gemileri yanaşmış durumda. İnsanlık epey yol almış “izlenimi veriyor”. Bu kale günümüzde de askeri bölge. Içerisinde askerler nöbet tutuyor.
Akershus kalesi


Kalenin içinde zindanlar, toplantı ve balo odaları, yatak odaları, bir şapel bulunuyor. Tabi eski eşyalar, tablolar, heykeller, flamalar, armalar da.
Bıyıklarına kurban!

Kalenin bir binası da Direniş Müzesi olarak düzenlenmiş. Neye karşı direniş diye düşünecek olursanız, Nazi işgaline karşı. Müzenin girişinde tüfeklerden yapılmış çarpıcı bir heykel çalışması var. İşgale hangi yöntemlerle ve şartlar altında direnildiği yanında, Nazilerce toplanıp kamplara götürülen Norveçli mahkumlara ait kıyafetler, günlükler de burada sergileniyor. Görsel ve sesli açıdan etkileyici bir müzeydi burası. Çıkışta gördüğümüz duvara asılı yazı Norveçlilerin böyle bir işgali bir daha asla kabul etmeyeceklerinin sözü gibiydi. “Five years of foreign occupation at end. Never again. – Beş yıllık yabancı işgali sona erdi. Bir daha asla.”
"Bir daha asla!..."

Öğle yemeği için Oslo Pass’ın indirim sağladığı Peppes Pizza’ya gittik. Tren garından çıkan insanları izleyerek kocaman bir pizzayı zar zor bitirdik. İndirim  kuponlarından yararlanmayı ihmal etmeyin. Bu arada şu rahatlıkla söylenebilir ki, İskandinavya’daki bütün umumi tuvaletler temiz.

Yemek bitiminde durum değerlendirmesi yaptık ve gördük ki aklımızdaki bütün yerleri gezmiştik. Oslo Pass kitapçığını açıp bedava giriş olan müzeleri taramaya başladık ve Sürüngen müzesi gözümüze çarptı. Aslına bakarsanız bir müzeden çok bir “pet shop”u andıran 2 katlı binada iyi vakit geçirdik. Loş ve nemli bu yeri bizden başka gezen kimse yoktu. Kara dul da dahil örümcekler, renkleriyle cezbeden, minicik ama çok zehirli olan kurbağalar, canlıları zehirleyerek ya da boğarak öldüren yılanlar, bir koca timsah, envai çeşitte bukalemunlar, balıklar – piranhalar, kaplumbağalar, bir papağan vs. gördüklerimiz arasındaydı.
Piranha sürüsü

Bize mi bakıyor yan yan?

Fotoğrafda büyük gibi duruyor ama mini minnacık aslında..
Bir de ortalıkta koşturan ve babası muhtemelen orayı işleten uzun sarı saçlı, kırpkırmızı yanaklı minik kız!. Orada gördüğümüz tuhaf yaratıklar içerisinde en şiriniydi kendisi =)

Çıktıktan sonra biraz da Grünerlokka bölgesini gezelim dedik ve bindik otobüse. Oslo’nun bu daha az turistik ve çok kültürlü bölgesinde Osloluların hayatlarını sürdürdükleri evlerini gördük, sokak aralarında dolaştık. Nispeten tarihi doku yerini büyük ama düzenli yerleştirilmiş apartmanlara bıraktı. Kapı önlerindeki arabalar lükslükten uzaklaştı. Yaz güneşinden faydalanmak isteyenlerin pencereleri açık, tülleri uçuşuyordu. Anne, baba ve çocuğun oluşturduğunu düşündüğümüz hippi aile de apartman girişindeki merdivenlerde oturmuş güneşleniyordu. =)

Otobüsle bilmediğimiz yerleri keşif gezimizi biraz daha şehrin dışına doğru genişletmeye karar verdik. Durakta avını bekleyen avcılar gibi başladık beklemeye ve gelen ilk otobüse bindik. Çok da kalabalık olmayan otobüs tırmanışa geçti ve şehrin banliyölerine doğru yolculuğumuz başlamıştı. Şehir merkezindeki gibi site şeklinde yüksek ve geniş apartmanlar, siteler vardı yol boyunca. Ama hiçbir keşmekeş, karmakarışıklık yoktu. Hele ki “gecekondu” şeklinde bir yapılaşma asla. Yollar kaymak gibiydi ve yemyeşil ağaçların içinden geçtik. Son durak “Snaroya” idi. Aynı otobüsle geri dönmek için beklerken biraz etrafta dolandık. Hava geç karardığı için saatin gece 10:00’a yaklaştığının farkına varmamıştık. =)

Saat 22:33 - Hava aydınlık!!
Ertesi sabah saat 07:00’deki Stockholm trenine yetişebilmek için erken uyumalı ama daha öncesinde de bavullarımızı toplamalıydık. Geldiğimizde bizi yağmur karşılamıştı. Dönüşümüzde de yağmur uğurladı.

Biz döndükten yaklaşık bir ay sonra, Oslo’da bir psikopat katliam yaptı. Bildiğiniz gibi birçok insan öldü, hem de sebepsiz yere. Insanların orada sürdüğü hayatı gördükten sonra, böyle bir olayın orada bile olabileceğine inanmak gerçekten güç oldu. Ama insanın olduğu yerde her şey oluyor. Bunu da bir kez daha anlamış olduk...




Şanslıysanız...

++ Oslo genelinde her şeyde ama her şeyde %70 indirim kampanyası başlamıştır. =)




1 yorum:

alper dedi ki...

Oslo'da ben yokken nasıl bu kadar güzel olabilir ki ?