Madrid
İspanya’da Barselona’dan sonra gittiğimiz ikinci şehir
Madrid oldu. Ilık bir sonbahar zamanı Barselona'daydık. Madrid’deyken ise ılık
ne demek, buz gibi ve yağmurlu kış günleriydi. Aralık ayında çok güzel Noel
pazarları görür/gezeriz umuduyla gitmiştik başkente. Bizi karşılayan ise soğuk
hava ve ne hikmetse buna rağmen aşırı kalabalık sokaklar/caddeler oldu. Tüm
bunların üstüne bir de Ozi’nin hastalanması tuz biber ekti. Haa şunu da unutmayayım. Madrid’e iner inmez
kazıklandık. Toplu taşıma kullanarak otele varma fikrimiz vardı ancak bir türlü
otobüs duraklarını bulamayınca, taksiye atlayıp gidelim dedik. Tonton bir taksi
şoförü bizi otele kadar bıraktı ancak sabit 30 Euro’nun üzerine yaklaşık 10
Euro fazladan para aldı. Şüphelendik ama yok dedik ya yapmaz bu amca. Meğerse
yapmış, bunu ancak dönüş için tekrar taksiye bindiğimiz zaman anladık. Onu da
hikayemizin sonuna doğru anlatacağım.
Sol Meydanı'ndaki dev Noel ağacı... |
Goya bölgesindeki otelimize varıp, odaya eşyaları
bırakmamız, vs. derken neredeyse akşamüstü olmuştu. Karnımız acıkmıştı, Ozi
de huysuzlanıyordu. Meğerse yavrucağın yavaş yavaş ateşi çıkacakmış. Onu
arabasına oturtup şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtik. Şehrin giriş kapısı
olarak kabul edilen “Puerta de Alcala” nın yanından geçerek, “Gran Via” ve “de
Calla” caddelerinin kesiştiği yerdeki bir başka ünlü bina “Metropolis”in önüne
geldik.
Puerta de Alcala |
Metropolis Binası |
Ozi çoktan uykuya dalmıştı. De Calla caddesinden devam ederek, “Puerta
del Sol”e vardık. Aynı zamanda “Sol Meydanı”da. Madrid’in simgesi olan ayı
heykeline ev sahipliği yapıyor. Ayrıca dev bir Noel ağacı dikilmişti
tam meydanın ortasında. Daha doğrusu ağacın metal iskeleti. Hava kararınca
ışıklandırılacaktı muhtemelen.
Sol Meydanı ve Ayı heykeli |
Sol meydanının bir köşesinde eklerleriyle ünlü bir
pastane var, adı da “La Mallorquina”. Girip de tadabildik mi ? Yok hayır, çünkü
aşırı kalabalıktan tezgaha bile ulaşmak kısmet olmadı. Siz denersiniz artık.
Yiyeceklerden yana şansımızı “Mercado de San Miguel”de denemek üzere tekrar
yola koyulduk. Burası şehrin ikinci ana meydanı “Plaza de Mayor”un biraz
aşağısında yer alan bir kapalı çarşı.
Mercado de San Miguel |
1916 yılından beri açık olan bu
gastronomi cennetinde türlü İspanyol lezzetlerini denemek mümkün. Biz de
kalabalığın elverdiği ölçüde stand stand gezip tapasların, deniz ürünlerinin,
cavaların, tatlıların tadına baktık. Daha da uzun durup başka bir şeyler de
denemek isterdik ama oturacak yer bulamayıp bir köşeye kıvrılmak zorunda
kalmıştık.
Tapas |
Oradan ayrıldıktan sonra, “Almudena Katedrali”ne doğru
yola çıktık. Burası hemen “Palacio Real de Madrid” yani Kraliyet Sarayı’nın
yanında. Bu Katolik Katedrali gezebildik ama saray için geç kalmıştık. İçine
giremedik. Saat 17:00’de kapanmıştı.
Almudena Katedrali |
Kraliyet Sarayı |
La Mallorquina’da şansımız yaver
gitmemişti ama “Chocolateria San Gines”i ıskalamayacaktık. Kararlıydık! Ta ki
kapısındaki kuyruğu görene kadar. Millet kuyruk olmuş bekliyor, biz de bekledik
n’apalım.
San Gines kalabalığı |
Churros |
Çıktığımızda hava iyice kararmıştı. Sol meydanından
metroya binip otele geri dönecektik.
Meydandaki ağacın ışıkları yanmış ve
kalabalık daha da artmıştı. Meydanın etrafını piyangocular çevrelemişti. Çoğu
bizdeki Nimet Abla gibi en uğurlu satıcı olduğunu iddia ediyordu.
Nimet Abla tarzı piyangocular |
Sol Meydanı'nda akşam kalabalığı |
Uyur uyanık bir gecenin ardından ertesi gün ilk olarak
soluğu Ozan’ın da neşesini yerine getirebilir düşüncesiyle Casa de Campo’daki
“Parque de Atracciones”de aldık. Burası şehrin en büyük lunaparkı, ya da
eğlence parkı da diyebiliriz. Her yaşa hitap eden türlü alet-edavata binmek
mümkün. Ozi’nin yaşına göre birkaç seçenek vardı, birisi Cangıl diğeri de
Zeplin, ikisine de bindik.
Parque de Atracciones'de sal keyfi |
Ozi en çok cangılı sevdi çünkü bir salın üstünde
yapay suyolu boyunca kıvrıla kıvrıla ilerleyip bir yandan da timsahlar,
maymunlar, yılanlar, su aygırları ve benzer hayvanlar görüyorsunuz, tabii hepsi
mekanik. : ) Ayrıca Nickelodeonland isimli bir bölüm de var, ki burada
SüngerBob’un evi vardı. Tal’la benim en hoşumuza giden başka bir yer de diziyi
takip ettiğimizden “the Walking Dead Experience” oldu. Gerçi içine girip o
deneyimi yaşayamadık ama dışarıdan bile güzeldi. : ) Denemek isterseniz,
saatlerini takip etmeli ve ekstra ücret ödemelisiniz. Neyse ki, Ozi’nin neşesi
bir nebze de olsa yerine geldi burası sayesinde.
the Walking Dead Experience |
Dönüşü teleferikle yaparız diye düşünmüştük. Bu
sebeple tepedeki Teleferik’e doğru tırmanışa geçtik ama evdeki hesap çarşıya
uymadı. Teleferik o kadar ufaktı ki Ozi’nin arabası sığmadı. Biz de biraz şehir
manzarasını izleyip, sonra da tepeden aşağı döne döne indik. Parkın içinden
geçen ağaçlıklı yol epey uzun sürdü. Ozi yine ateşi yükseldiğinden
uyuyakalmıştı arabasında. Uyandığında hala parktan çıkamamıştık. Bir bankta birşeyler
atıştırdıktan sonra, yine metroyla Lago durağından şehir merkezine geri döndük.
Teleferico |
Casa de Campo |
Aklımızda en iyi paella restoranlarından kabul edilen
“La Barraca”ya gitmek vardı. Ama ondan önce Ozi’ye burun spreyi alabilmek için
eczane arayışına girdik. Bu vesileyle Madrid’de pediatrik burun spreyi
satılmadığını anladık. Onun yerine her yerde karşımıza burun temizleyici deniz
suyu çıktı. En sonunda aldık bir tane ama bu defa da Ozi uygulatmak istemedi.
Arayışımız sırasında sokaklarda, caddelerde
ilerleyebilmek de bayağı zordu. Çünkü mahşeri bir kalabalık vardı. Gran Via
caddesinde yayaların ilerleyebilmesi için araba yolundan bazı kısımları
kapatmışlardı. Bazı sokakların başında polisler kolkola girmiş, sokağı yaya trafiğine
kapatmışlardı. Bir eczane tabelası gördük ama ulaşamıyoruz çünkü polis yolu
kapatmış vs.
Tıklım tıkış Madrid sokakları |
Yayalara yollar yetmezken... |
En sonunda dayanamayıp bir polise sorduk neden böyle diye, o da
İngilizce bilmiyordu, biz de İspanyolca. Cevap da alamadık. Türkler gördük,
onlara sorduk ama onlar da en az bizim kadar şaşkındı, ve kalabalığın sebebini
bilmediklerini söylediler.
Nihayetinde La Barraca’ya vardık ama kapalıydı! Akşam
yemeği saat 20.00 de mi ne başlıyormuş. Saat daha 18:00 civarı. Bekleyecek
halimiz yoktu, karnımız da acıkmıştı. Kurtarıcımız hemen yakın köşedeki “Udon”
isimli Uzakdoğu lokantası oldu. İspanyol birası Estrella eşliğinde Uzakdoğu
yemeklerine gömüldük. Ozi de pilav-bezelye yedi, en azından karnı doydu
yavrunun.
Ertesi gün Toledo’ya bir tren yolculuğu yapacaktık.
Toledo için buraya lütfen.
Madrid’deki sondan bir önceki günümüz gelip çatmıştı.
Pazar sabahı çılgın kalabalık bir pazara gittik, “El Rastro”ya. Pazarın
sokağına yaklaşırken, etrafta birçok antika dükkanı da görebilirsiniz. Aklınıza
gelip gelmeyecek birçok parçayla/objeyle karşılaşabilirsiniz. Madrid’in en ünlü
turistik mekanlarından biri olarak geçen pazarda genel olarak kıyafetler,
aksesuvarlar, takılar, yiyecekler, el aletleri, oyuncaklar vs. satılıyor. Tal,
kendine bir kasket alıverdi mesela. Hediyelik eşya da bakınabilirsiniz. Bazı
köşelerde de sokak sanatçıları gösteriler yapıyordu.
El Rastro |
Pazardan ayrıldıktan sonra seçeneklerimiz arasındaki
üç müzeden biri olan “Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia”ya gittik.
Devasa müzenin her katında ayrı bir sergi var. Rembrandt, Dali, Miro, Monet,
Picasso’nun eserleri sergileniyor. Kalabalıkları en çok önünde toplayan eser
ise Picasso’nun “Guernica”sı. Tarihin en önemli savaş karşıtı tablolarından
birisi olarak kabul ediliyor. Siyah-beyaz-gri tonların ağırlıkta olduğu eser
gerçekten etkileyiciydi. Maalesef fotoğraf çekemedik, çünkü her türlü çekim
yasak.
Müzeden çıktıktan sonra, soluğu hemen yakınındaki en
son durağımız “El Retiro” parkında alacaktık. Ama baktık ki karnımız acıkmış,
yolumuzun üstünde karşımıza çıkan genelde deniz ürünleriyle ünlü “El
Brillante”den birer tane ekmek arası kalamar aldık. Bu eski bar/restoranın
adını gelmeden önce duymuştuk ama içerisinin bu kadar tıklım tıkış olacağını
tahmin etmemiştik. Sadece Tal içeri girdi, biz Ozi’yle dışarıda bekledik. Zaten
Ozi çoktan arabasına kıvrılmış, uyumuş gitmişti. Tal ekmek arası kalamarın
yanında bira da almış ama sadece cam bardakla servis edildiğinden, dışarı
bardaklarla çıkarmasına izin de verilmeyince, ikisini birden dikmiş kafaya. : )
El Retiro |
Elimizde sandviçlerimizle parkın içine doğru yürüyüşe
geçtik. Epeyce büyük bir park. Bir banka oturup hem dinlendik, hem
yiyeceklerimizi bitirdik. Soğuk iyice ısırmaya başlayınca, “Palacio de
Cristal”e gitmek için ayaklandık. O arada Ozi’de uyandı. Çelik konstrüksiyon
üzerine tamamen camdan yapılan bu bina eskiden sera olarak kullanılırken, artık
içinde sergiler düzenleniyormuş. Biz içine girmek yerine, hemen yanındaki gölette
ördek, kaz ve kuğu besledik. :)
Palacio de Cristal |
En maceralı aktiviteyi en sona saklamışız. Parktaki en
büyük göletde sandal kiralayıp, gezmece. Şimdi düşününce o soğukta ve çisentide
hangi akla hizmet bu aktiviteyi yaptık diye şaşırıyorum. Ama bir yandan da iyi
ki yapmışız çünkü çok eğlenceliydi. 8 Euro’ya yarım saatliğine (haftaiçi 6
Euro) kiraladığımız sandalda kah Tal, kah Ozi kürek çekti, bir o yana bir bu
yana seyir ettik sandalımızla. Süre dolup da tekrar karaya ayak bastığımızda
hava da yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. En son parkın salıncaklı-kaydıraklı
bölümüne de uğrayıp, artık soğuktan donmaya yüz tutmuşken çıkabildik parktan.
Ozi’nin enerjisi yerine geldiğinden parklardan ayırmak zor oluyordu.
Kollara kuvvet! |
Akşam yemeğini ısınabileceğimiz ve otele yakın bir
yerde yemek adına hemen hemen her köşebaşında karşımıza çıkan “El Corte Ingles”
alışveriş merkezine girdik. En üst katındaki restoranına çıktık. Geniş bir
menüsü var, biz şinitzel ve köfte istedik. Ozi çok bir şey yemedi. O koltuk
tepesinde yürümeyi tercih etti. Çocuk günlerdir süren halsizliğinin acısını
çıkardı resmen, hem parkta hem burada! Günümüz otele dönüş ve bavul
toplamacayla sona erdi.
Havaalanına gidiş için bu sefer planımız hemen otelin
önündeki duraktan direkt alana giden otobüse binmekti. Vakitlice çıktık, durağa
gittik. Trafik bir keşmekeş! Çizelgede bakıyoruz, beklediğimiz otobüsün
gelmesine yarım saat var gösteriyor, dakikalar ilerliyor ama saat de hiçbir
azalma yok. Ne yapsak , ne etsek diye biribirimizle konuşurken durakta bekleyen
bir kadın “Merhaba, Türk müsünüz?” diyerek yanımıza yaklaştı. “Evet” dedik,
“Sizde mi?” diye sorduk. İyiydi Türkçesi. Meğer Arnavutmuş. Madrid’de
yaşıyormuş. O da havaalanına yetişmeye çalışıyormuş. Durakta havaalanına gitmek
için bekleyen bir de İspanyol kadın vardı. Arnavut kadın önce bize taksiyi
paylaşıp paylaşmak istemediğizi sordu, biz olumlu yanıt verince bu defa
İspanyol kadınla konuştu. En sonunda dördümüz ve Ozi havaalanına doğru bir
taksideydik.
Taksi tarifesini dikkatlice inceleyiniz. |
30 Euro sabit ücreti dörde böldük, üstüne ekstra bir ücret ödemeye
de gerek yokmuş ayrıca. Böylece gelirkenki taksi yolculuğumuzdan daha az para
ödedik. Taksi arkadaşlarımızla vedalaşıp terminale giriş yapınca rahatladık.
Neyse geç kalmamıştık. Bizi düşündüğümüz kadar etkilemiş olmasa da Madrid’i de
görmüş olduk dünya gözüyle!
1 yorum:
Mystino Online Casino Review | 2021 Bonus and Free Spins - Casino
Mystino is an online casino owned by the Malta Gaming fun88 vin Authority. The ミスティーノ casino is licensed in Malta and regulated by the Authority. クイーンカジノ Read the Casino
Yorum Gönder