27 Temmuz 2018 Cuma

BU SEFER OZİ’YLE HOLLANDA’YA... Zaanse Schans ve Delft

Zaanse Schans

Pazartesi sabahı kiralık arabayı teslim almak için Oosterdokkstraat’taki Enterprise’a gittik. İşlemler ve Ozi’ye araba koltuğu seçmek biraz vakit aldı. Yola çıktığımızda saat neredeyse 10 olmuştu. Ülkede her yer birbirine yakın neyse ki. Yaklaşık yarım saat sonra başka bir Hollanda geleneğimiz olan “Zaanse Schans”daydık.

Zaanse Schans


En son buraya gelişimizden bu yana tek ve en büyük değişiklik bir “Zaanse Schans Müzesi” açılmış olmasıydı sanırım. Diğer her yer sanki bıraktığımız gibi duruyordu. Müzeyi gezmeyi sona bırakıp, direkt olarak “De Kat” isimli değirmene gittik.  Günümüzde de hala çalışan bu değirmende iplik boyamak için kullanılan tebeşirler öğütülüyormuş.

De Kat
Ozi çok heyecanlıydı. Onunla beraber dar basamakları tırmanmak zor oldu ama sonunda yukarıya çıkabildik ve değirmenin kollarının altındaydık. Rüzgar kah artıyor, kah azalıyordu. Ozi bastığımız yerdeki tahta tabanın aralıkları biraz geniş olduğundan, aradan düşeceğim diye epey endişelendi. Onu düşmeyeceğine ikna edemedik bir türlü ve ikimiz onunla aşağı indik. Girişteki küçük hatıra eşya dükkanından tahtadan yapılma bir ufak değirmen aldık ona. Gezintinin geri kalanında elinden düşürmedi.

Değirmen sonrası, önce dokumacı teyzelerin evine konuk olduk. Dokuma tezgahlarında nasıl kumaş dokuduklarını anlattılar. İşlem aynı Şile bezi dokuma tezgahlarındaki gibiydi, zaten pek de fazla başka seçenek olduğunu sanmıyorum. Eskiden bu bölgedeki dokuma tezgahları en çok yelken kumaşı dokumak için kullanılıyormuş. Bizim gezdiğimiz bu dokumacı evinde iki aile bir arada yaşıyormuş.

Dokumacı teyze
Tahta ayakkabı atölyesine ve Catharine Hoeve peynir fabrikasına / dükkanına da uğramayı ihmal etmedik. Ozi ayakkabı atölyesindeyken geçirdi ayağına kırmızı tahta ayakkabıları ve ayakkabı yapımı gösterisini dikkatle takip etti.

Ayakkabı yapımını izleyen bir meraklı!

Göz alıyor! 
Peynir dükkanındayken biraz hileye başvurduk. Ona dondurma alınca, biz de gönlümüzce peynir tadımı yapabildik. J En son olarak, daha önce bizim de girmediğimiz bakırcı dükkanına girdik. Burada da bakırın nasıl dövüldüğünü falan anlatıyordu ama çok da dinleyemedik. Ozi içerinin karanlık olmasını pek sevmedi. Erken çıktık ve hemen yanındaki salıncaklı, kaydıraklı mini parka girdik.

En son olarak da, başta bahsettiğim müzeye girdik. Müze interaktif yapısı, ışıklandırması ve ses sistemiyle cezbedici gerçekten.  Hollanda’nın değirmenleri, sanayisi ve ticaretine dair tarihi bir yolculuğa çıkartıyor insanı. Birçok değerli ressama ait tablolara da göz atabilirsiniz.

Zaanse Schans Müzesi

Claude Monet tabloları
Müzeyi de gezdikten sonra tekrar arabaya döndük. Hava öylesine sıcaktı ki, arabanın içi de cayır cayır yanıyordu. Amsterdam gerçekten bir sıcak hava dalgasıyla kavruluyordu. Senede birkaç gün olan dengesiz bir hava durumuna denk gelmiştik şansımıza.


Delft 

Arabaya bindik ama tam olarak nereye gideceğimize halen karar vermemiştik.  Biraz düşündük taşındık, sonunda dedik hadi “Delft”e gidelim ve orada Delftli Melisa ile tanıştık bu sayede. J Delft ülkenin güneyinde yer alan mavi porselenleri ve ressam Vermeer’iyle (İnci Küpeli Kız tablosu desem J )  ünlü şirin bir şehir. Zaanse Schans-Delft yolculuğu yaklaşık 1,5 saat sürdü ve Ozi tabi ki çoktan uykuya dalmıştı. Otoparka gelince onu uyandırmadan arabasına koyduk. İlk olarak karşımıza “Oude Kerk-Eski Kilise” çıktı. Amsterdam’dakine göre daha dar kanalların üzerindeki köprülerden geçerek en büyük meydan “Markt”a geldik. Meydanın bir ucunda “Nieuwe Kerk-Yeni Kilise” bir ucunda Belediye Binası vardı.

Delft - Nieuwe Kerk ve Markt Meydanı
Biraz dinlenme zamanıydı, hem karnımız da acıkmıştı. Meydandaki restoranlardan birine oturduk. Menümüzde soğuk Heineken, et şiş, mantarlı krep ve tabi ki patates kızartması vardı. Ozi de kokusunu almış gibi tam yemekler geldiğinde uyandı. Etrafımızı saran güvercinlerle beraber kendimizi de besledik.


Gelsin krepler, biralar...

Markt güvercinleri

Ozi’ye uyku iyi gelmişti, enerji depolamıştı. Markt’a göre daha ufak ama ağaçlar altındaki “Beestenmarkt”a gittik. Söylenene göre gençler daha çok buralardaki kafelerde/restoranlarda takılırmış. Meydanın ortasında rengarenk bir inek heykeli vardı.

Beestenmarkt
Delft’teki kanallar Amsterdam’dakilere göre daha sevimliydi. Suyun üzerinde nilüferler açmıştı, nasıl olmasın ki! Yola çıkmadan önce Albert Heijn’e uğradık ve orada Melisa ile tanıştık. Doğma büyüme Deftli Melisa bizi gördüğüne şaşırdığını çünkü Delft’te Türk turiste pek rastlamadığını söyledi. Onunla biraz lafladıktan sonra artık Amsterdam’a dönüş yoluna geçtik. Yol yine 1,5 saat kadar sürdü. Şehre dönünce Tal önce bizi otele bıraktı sonra da arabayı geri bırakıp, tramla otele döndü.

Delft kanallarında nilüferler yüzüyor
Hollanda'daki son gün gelip çatmıştı. Salı sabahı kahvaltı için “De Carrousel” isimli kafeye gittik. Aslında krepçi de sayılır. Ağaçların altındaki mekanın içinde ufak bir atlıkarınca var. Biz açıkhavada oturduk ama atkılarıncayı da yoklamadan etmedik. Ozi ayıla bayıla çikolata soslu krep yedi, süt içti. Sempatik bir garsona denk gelmiştik, muhabbetimizi de ettik ve uçağımıza yetişmek için otele dönüp, bavullarımızı aldık. Hayatımızın en kalabalık metro yolculuklarından biriyle havaalanına vardık ve eve geri döndük. Son olarak söylemek isterim ki; Amsterdam’ı çocuğunuzla ziyaret etme fikri hakkında kafanızda soru işaretleri varsa, bence olmasına gerek yok. Çocuklar bizim aksimize, bir su birikintisiyle bile mutlu olabiliyor! J


Eski buz patenleri artık hediyelik eşyaya dönüşmüş.


Hiç yorum yok: