14 Mayıs 2015 Perşembe

BU SEFER VENEDİK, İTALYA'YA...

VENEDİK - Venezia

Venedik.. romantik şehirler kategorisinde Paris’le her daim yarışta olan şehir. Amsterdam’dan bile daha sulu olan şehir. Venediklilerin işi iş. Suyla mücadele zor ve çetin. 2011 senesi Kasım başında oradaydık. Roma’da yakalandığımız yağmur gerçekten bunun yanında halt etmiş. Sadece bir gece kalacağımız için her saniye önemliydi. Gece otele giriş yaptıktan sonra, her şeyi göze alıp, bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen kendimizi sokaklara attık. Sokakların ıssız olduğunu belirtmeye gerek yok heralde. Trenden indiğimizde saat 22:00 civarıydı. Kasım ayının başı, yağışlı mevsim anladık ama bu kadarı da fazla değil mi. Tren istasyonuna yakın olan otelimizden yaklaşık yarım saatlik yürüyüşle St. Marco meydanına varabildik. Yağmur ve fırtınaya rağmen sokaklarda böyle deli deli yürüyerek şehrin pek fazla turistin denk gelmediği halini görmüş olduk. Aynı şekilde tesadüfen karşımıza çıkan normalde çok kalabalık olan Rialto Köprüsü de bomboştu. Bu taş köprü Büyük Kanal üzerindeki en eski köprü. 

St. Marco meydanı ve yağmur...



Rialto köprüsü'nden Büyük Kanal manzarası
Venedik’te tek bir gün geçirecektik. Ve şansımıza o gün de grev vardı. O yüzden vaporetti’lerden sadece 2 numara çalışıyordu. Aslında hedefimiz Grand Canal turu yapmak için 1 numaralı vaporettiye binmekti. Ama buraya kadar gelmişiz ne yapalım kanalda bir tur atmalıydık ve alıp biletimizi bindik 2 numaraya. Bu vaporetti, tren istasyonunun önünden kalkıyor ve sizi Rialto köprüsü’ne kadar götürüyor.

Rialto Köprüsü
Kanal yolculuğumuz sayesinde şehrin suların içinden nasıl göründüğünü de görmüş olduk. Bazı dar sokakların sonu direkt suya varıyor. Evlerin ön ya da arka cepheleri suların içinde. Aslında Venedik resimlerde daha önce görmüş olmama rağmen beni şaşırttı diyebilirim. Böylesini tahmin etmemişim. Suyla insanların bu kadar içiçe olduğunu. Şehrin içinde tek bir tekerlekli araç yok. Ya tabanvay takılacaksınız ya da suyollarını kullanacaksınız.

  



Büyük Kanal






Bizim gibi birçok turist de 2 numaralı vaporetti yöntemini kullanıyordu. Bir Venedik klasiği gondola binmek isterseniz eğer, mutlaka ama mutlaka gondolcularla pazarlık yapın. Belki de yazın gitseydik daha kalabalık olacağı için büyük olasılıkla pek pazarlık şansımız olmazdı. Bir gondolcuya fiyat sorduğumuzda bizi ikna edene kadar peşimizi bırakmadı. Kurban bayramı zamanı olduğu için etrafta çok Türk turist vardı. =) Hedef, gondola binmeye çalışan başka bir grupla birleşip kişi sayısını arttırmak, böylelikle kişi başı fiyatı düşürmekti. Nitekim 4 kişilik bir Türk grubuna kaynayarak, gondolcularla pazarlığa başladık. 2 kişiyken bize 70 Euro fiyat söylemişlerdi. Grupla beraber pazarlık yaparken fiyat 60 Euro’ya kadar düştü. Kişi başı 10 Euro ödeyecektik bu durumda. Ama öncesinde kendilerine daha ucuz fiyatlar da teklif edildiğini söyleyen gruba bu fiyat da biraz tuzlu geldi. Bizim de zamanımız kısıtlı olduğundan daha fazla pazarlıkla zaman kaybetmek istemedik ve ayrıldık. Gondola binemedik ama vaporetti sefamız da yeterli geldi aslına bakarsanız.


St. Marco meydanına vardığımızda gördüklerimiz bizi şaşırttı ve gülümsetti. Koca meydan sular altındaydı. Evvelki gece avare avare yağmur altında buralarda dolaşırken “Bu tablalar acaba ne işe yarıyor, heralde sergi kuruyorlar” diye düşündüğümüz ekipman, meğerse su bastığında insanlar üstünden yürüsün diye kuruluyormuş.

Aslında bu sayede, meydandaki çan kulesine (campanile) ve St. Marco bazilikasına giriş için çok düzgün bir sıra oluşmuştu zorunlu olarak. Kesinlikle aklınızda olsun, Bazilikaya sırt çantasıyla girmek yasak. Kapıdan döndürülmek istemiyorsanız sırt çantanızı sıraya girmeden evvel vestiyere teslim edin. Bazilikanın içi bir bazilika gibi, yine ihtişamlı ve yine mozaiklerle kaplı. Bazilikadan çok üst kattaki müze daha güzeldi. Burada bazilikanın yapılışına dair bilgiler ve ünlü 4 at heykelinin orijinali sergileniyor. Bu heykeller 1204 yılına kadar İstanbul’daki Hipodrom’a aitmiş. Sonra Venedik’e gönderilmiş. Önceleri bazilikanın balkonundan meydanı selamlayan heykeller doğal sebeplerle daha fazla aşınmamaları için içeri alınmış. Yerlerine de replikaları konulmuş. Sulu ve kalabalık meydanı seyrederken, balkonda vakit geçirmek de hoşunuza gidecektir.

Çan Kulesi


Venedik...
Bazilikanın duvarı Dükler Sarayı ile bir. Dükler Sarayı’nın diğer gezdiğimiz saraylardan pek farklı olmadığını düşünerek burayı gezme işini es geçtik. Campanile’i ise es geçemezdik. Venedik’i kuşbakışı görmek lazım kesinlikle. Suratsız, hayatından bezmiş asansörcüyle üst kata kadar minik bir yolculuk yaptık. Geri kalan yol için tabana ve dizlere kuvvet. Manzara gerçekten etkileyici. Sadece Venedik’i değil, lagün içindeki diğer adaları Murano, Burano ve Torcello’yu da görebilirsiniz. Bizim o adalara gitmek için zamanımız yoktu. Venedik’te ünlü Murano camı da satılıyor.

Çan kulesinden indikten sonra arka sokakları arşınlamaya karar verdik, başladık yürümeye ve bu arada maske satın alabileceğimiz sahte veya pahalı olmayan bir dükkan da arıyorduk. Nasıl olduğunu anlamadan kendimizi bir maske ve cam atölyesinin içinde bulduk. Fiyatlar yüksekti. Eğer illaki Venedik’te yapılmış bir maske almak istiyorsanız dikkatli olun, çünkü “Çin işi” maske kaynıyor etrafta. Kesinkes nasıl emin olursunuz bilemem ama şu ipuçları işe yarayabilir. Fiyatı çok da ucuz olmamalı. Dükkanda o anda elinde maskeleri boyayan bir kişiyi görebilirsiniz. Maskenin arkasında “made in italy” gibi bir ibare bulunacaktır. Satıcıyla konuşup güvenilir olup olmadığına hislerinize göre karar verebilirsiniz. Birkaç dükkana girdikten sonra, herhalde aradığımız maskeyi bulamayacağız diye düşünürken, halihazırda evimizin duvarını süsleyen maskeyi kaldığımız otelin yakınındaki bir dükkandan alabildik. Üzerinde birçok dükkan olan Rialto köprüsü'nden de bir şeyler satın alabilirsiniz. Ama daha turistik fiyatlarla karşılacaksınız.


Ne yalan söyleyeyim, içimizden pek de pizza ya da makarna yemek gelmedi. Ama  tiramisu molası vermeden olmazdı. Dar bir kanalın kenarındaki küçük café-restoranda garson hanımın, anladığımız kadarıyla aynı zamanda dükkanın sahibi ve aşçısı, yaptığı lezzetli tiramisuyu mideye indirdik. Cappucino’larımızı yudumlarken gözümüz çöpçülere takıldı. Şehrin çöpçülerinin işi zor. Tüm şehri el arabasına benzer çöp arabasıyla dolaşıp çöpleri topluyor, sonra da bir tekneye aktarıyorlar.

Tiramisu ve Cappucino ikilisi!

Çöpçülerin işi zor!
Haritada belirlediğimiz noktaya ulaşmak için yürümeye devam ettik. Nokta şu anda “Doğal Tarih Müzesi” olan eski “Osmanlı Elçiliği” binası idi. Bildiğiniz gibi vakti zamanında Osmanlılar ve Venedikliler arasında hem ticari hem siyasi çok sıkı bir ilişki varmış. Bu bina tam Büyük Kanal’ın yanında, Türk caddesi üzerinde yer alıyor. Müzeyi gezmedik, zaten Pazartesi olduğu için de kapalıydı sanırım.




Yavaş yavaş Venedik’ten ayrılma vakti geliyordu. Trenle ulaştığımız şehirden uçakla ayrılacaktık. Marco Polo havaalanına gitmek için otobüse ya da vaporettiye ya da taksiye binmek gibi üç seçeneğiniz var. Biz vaporettiler grevde olduğundan ve ortalıkta taksi görmediğimizden, otobüse binelim dedik ama hata etmişiz. 5 numaralı otobüs direkt havaalanına giden bir otobüs değil. Gayet güzel yavaş yavaş birçok durakta durdu, yolcular indi bindi. İçerisi kalabalık, havasız ve bavullarla doluydu. =) Eninde sonunda havaalanına varabildik ve uçağa binme vakti gelip çattı.
Döndüğümüzün ertesi akşamı televizyonda Angelina Jolie ve Johnny Depp’in “Turist” filmi yayınlanıyordu. Çoğunluğu Venedik’te geçen bu filmi Tal’la büyük bir merakla, heyecanla ve farklı bir gözle tekrar izledik. =)


Şanslıysanız..

İtalya’nın yağmursuz zamanına denk gelirsiniz.

Venedik'te sular epey yükselmişti..
Şanssızsanız..

Aradığınız damak tatlarını bir türlü yakalayamazsınız. Belki de doğru lokantalara denk gelmediğiniz için.

Venedik’te grev vardır. Vaporettiler çalışmaz!

Hiç yorum yok: